***
'' Mutlu olacaksın.'' dedi hayat, ''Fakat önce seni güçlendireceğim.''
Melsa.
İsmimin anlamı pürüzsüz.
21 yıllık ömrüm boyunca yolunda giden şeyler 7 yılımdan ibaretti. Ondan sonra her gün, her ay, her yıl bir önceki gün yaşadığımdan daha kötüydü. Acıyı damarlarımda, ruhumun her kıvrımında, zihnimin en kuytu köşelerinde hissediyordum. Taşkınlık boyutunda yaşanmış her duygunun literatüre girmiş bir tanımı vardı. Öfke ve sevincin uçlarda yaşanması bipolar bozukluk, uykusuzluk insomnia, tutarsızlık ajitasyon, öfke agresyon ve isteksizlik depresyon olarak adlandırılırdı. Bunlar da tam olarak beni ifade eden kavramlardı. Pürüzsüzden ziyade bu kavramlara daha çok uyuyordum sanırım.
Aynadaki yansımama baktım. Kurumuş dudaklarım, dağınık saçlarım ve ela gözlerimin altındaki mor halkalarla tam anlamıyla iğrenç görünüyordum. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. Saçlarımı elimle olabildiği kadar taradım ve yerde duran pantolonumu, mavi kazağımı hızlıca üzerime geçirdim.
Montumu da alarak aşağı indim.
''Anne ben dışarı çıkıyorum istediğin bir şey var mı?''
Gözlerini televizyondan ayırmadan ''Defol git'' diye mırıldandı. İfadesiz tuttuğu sesinin altında yatan nefreti iliklerime kadar hissetmenin verdiği acıyla yutkunmaya çalıştım. Boğazıma oturmasına alışkın olduğum yumruyu umursamamaya çalışarak gözlerimi ayaklarıma indirdim.
''Peki, o halde çıkıyorum. Yarım saate gelirim, merak etme.'' diye söylendim, merak etmeyeceğini bilerek kurduğum bu cümleyle dudaklarım alaycı bir şekilde yukarı kıvrıldı. Halim fazlasıyla gülünçtü. 'Bu saatte bir yere gidemezsin' ya da 'Vakitli gel kızım' gibi cümlelere alışkın olmayan, değersizliği iliklerine kadar hisseden bir kızdım. Göz pınarlarımda akmak için izin isteyen damlaları serbest bırakarak evden çıktım. İçimde kopan hıçkırıklarla beraber sessiz sokakta yürüdüm.
***14 YIL ÖNCE***
''Baba lütfen bugün gidelim! Ne olur, ne olur!'' diye yalvardı Melsa, bilmem kaçıncı kez.
Ahmet Bey'in yetiştirmesi gereken işleri vardı ve bunu birçok kez söylemesine rağmen Melsa ısrarından vazgeçmiyordu. Nede olsa daha 7 yaşında küçük bir kız çocuğuydu.
''Melsa, daha fazla ısrar etme istersen kızım, daha sonra gidersiniz,'' Mutfaktan seslenen annesi Selma Hanım'ın içinde nedenini bilmediği kötü bir his vardı.
''Babacığım, lütfen yalvarıyorum,'' diye diretti Melsa.
''Pekala kızım, hadi gidelim bakalım ama sadece yarım saat, anlaştık mı?'' Melsa heyecanla ellerini birbirine çarparak babasının yanaklarını öptü. Daha sonra zafer kazanmışcasına sırıtarak annesinin yanına gitti ve yanağına sulu bir öpücük bıraktı.
''Merak etme anneciğim, yarım saate döneceğiz.''
''Babacığım, seni çok seviyorum! İyi ki varsın,'' diyerek tekrar babasına koştu ve arabaya doğru çekiştirmeye başladı.
Ahmet Bey arabayı parka doğru sürerken Melsa şarkılar mırıldanıyor, ellerini birbirine çarpıyordu. Ahmet Bey kızının bu hallerine gülümseyerek önüne döndü. Onlara doğru son sürat gelen kontrolden çıkmış arabayı fark ettiğinde direksiyonu kırmaya çalıştı, artık çok geçti. Çarpışmayı engelleyememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VUSLAT
Teen FictionEğer karanlıktaysan, gölgen bile seni yalnız bırakır. *** Kaybedecek bir hayatı bile olmayan biri için daha kötü ne olabilir ki? Her şey olabileceğin en kötüsü ise, bundan sonrakiler iyi olmak zorundadır. Bu, siyah bir sayfa ile siyah mürekk...