Her taraf leş gibi kan, dehşet ve ölüm kokuyordu...
Pendle (Pendıl) işgal ediliyordu. Yüzyıllardır barış içinde yaşamış bükücüler, şimdi ölümüne bir savaş içerisindeydi. Gafil avlanmıştık, bu yüzden 1-0 geride başlamıştık. Ama yine de Pendle halkı, savaşçı bir halktı. Açığımızı zor da olsa kapatacaktık. Buna inancım tamdı. Ancak bu gerçekten çok zor olacaktı. Toprak Bükücülerin korkunç canavar dostları vardı. Solukanlar. Bu yaratıklar toplam 14 bacaklı mavi renkte dev solucanlardı. Ve bizim sadık ejderhalarımız bu çirkin yaratıklarla savaşırken yaralanıyordu.
Korkuyordum. Doğduğum, büyüdüğüm yer işgal ediliyordu. Ejderhalar yaralanıyordu, hava bükücüler ölüyordu. Ve en kötüsü, Akrep Kardeşliği savaşa katılıyordu.
Ve bu kardeşliğin lideri, babamdı.
🐲
İçinde bulunduğum küçük kulübe beni ve babamı daha fazla koruyamazdı. Çıkmalıydım. Ama nasıl? Kapıdan çıkamazdım, eğer kalkışırsam, toprak bükücülerin ayağına tıpış tıpış gitmiş olurdum. Pencere falan da yoktu. Çıkamazdım, burada kapana kısılmıştık. Bir şekilde buradan çıkmam gerektiğini bilsemde, nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. En ufak detaylarına kadar bütün kulübeyi inceledim. Ancak, kaçmamıza olanak sağlayacak hiçbir şey bulamadım. Zaten bulsam bile babamı nasıl çıkaracaktım ki? Beyin fırtınası dedikleri bu olsa gerek, beynim patlayacak kadar dolu ve karmaşıktı.
Bir anda gelen babamın hırıltılı sesi nedeniyle irkildim. "Git buradan, beni bırak..." Baltasını zar zor kaldırıp bana uzattı. "Kendini koru sadece. Çıkana kadar... bununla idare et. Savaşmak yok, yalnızca koru kendini..."
"Hayır! Seni burada ölüme terk edemem! Ben de geleceğim! Ben de savaşacağım," diye yalvardım. "Ufak da olsa bir yardımım dokunur baba... lütfen."
"Kızım, canım kızım... sen... daha çok... küçüksün..."
Küçük falan değilim ben! Yeterince büyüdüm! Babamın bu sözleri üzerine gözlerime dolan yaşları daha fazla tutamadım. Beni hep küçük bir çocuk olarak görmüştü. Babamın sevmediğim tek özelliği buydu. Ne kadar büyüsemde, onun gözünde hiç büyümemiştim.
Yardım etmeyi öyle çok istemiştim ki...
🐲"Babam! Yalvarırım götürmeyin onu! Beni alın ama onu almayın! Baba! Seni kurtaracağım," acaba bilinci beni duyacak kadar açık mı? "Kolumu bırak lanet adam!.. Baba... seni kurtaracağım! Söz veriyorum. Bir gün gelip seni kurtaracağım! Kardeşlik Savaşları'na katılıp, ejderhamla gelip seni kurtaracağım! Söz..."
🐲Etrafta kimsecikler kalmamıştı. Öyle yalnızdım ki... İlk kez bu kadar çaresizdim. Yapacak hiç bir şey yoktu. Babamın son sözünü dinlemek zorunda hissetmiş, ve kaçmıştım. Kaçabildiğim kadar. Sonunda buraya gelmiştim. Praesidio Tepesi'ne.
Kahverengi dalgalı saçlarımı bileğimden çıkardığım tokayla hızlıca bağladıktan sonra küçüklüğümden beri çok sevdiğim bu tepeyi incelemeye koyuldum.
Toprak bükücüler buraya gelemezdi. Buranın lanetli olduğunu düşünmüşlerdi hep. Bu nedenle, Savaştan iki- üç gün önce buraları ateşe vermişlerdi. Ki, bu da savaşın başlamasına neden olmuştu zaten. Bu olaydan sonra birkaç suikast falan düzenlenmiş, çoğunda başarılı olmuşlardı. Aslında bunun biraz mantıksız olduğunu düşünebilirsiniz. Sonuçta hiç belli etmeden savaşa başlasalar daha çok zarar verirlerdi. Ama zaten 1-2 günde, Pendle halkı gibi savaşçı bir halk bile savaş hazırlığını tamamlayamazdı.
Burayı yakmışlardı ve neredeyse her şey kül olup yok olmuştu. Aslında burayı ateşe vermelerine rağmen çoğu, ateşin bu laneti ezip geçemeyeceğini falan düşünmüş, ve savaşı başka yerde çıkarmaya karar vermişler. Yani, aslında bu benim varsayımım. Burayı lanetli olarak düşündükleri nesnel bir yargı olsa da, şu anda burası hakkında ne düşündükleri hakkında hiçbir fikrim yok...
Güzelim tepeyi mahvetmişler. Bu tepeyi çok severdim. Burası Draconis (Drakonis) Dağı'nı muhteşem bir manzarayla gözler önüne seriyordu. Hatta, Draconis Dağı'nı yalnızca buradan görmek mümkündü.
Draconis Dağı, ejderhalarımızın doğal yaşam alanıydı. Ve benim hayalim bir gün o dağa gidebilmekti. Aslında birçok hayalim var, bu sadece bir tanesi. Ve gerçekleşmesini en çok istediğim hayalim, Kardeşlik Savaşları'na katılıp, savaşı kazanmak ve bir ejderhaya binmekti.
Kardeşlik Savaşları, üç yılda bir yapılan, 17-20 yaş arası kişilerin katıldığı yarışma gibi bir şeydi. Bu yarışma, erkekler için zorunlu olsada kızlar için böyle bir zorunluluk yoktu. Ancak bu yarışmaya katılmayı hayal eden ve katılan kızlar elbet olmuştu. Ama, yarışma öyle zor ve ölümcüldü ki, yarışmaya katılıp da ölen insanların sayısı epey fazlaydı. Ve, ölenlerin çoğu, erkekler kadar dayanıklı olamayan kızlardı.
Ben 17 yaşıma geldiğimde bu yarışmaya katılacaktım...Bu yazdıklarım dışında 620 kelime. Kısa oldu biraz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Canavarlar1: Rüzgar'ın Kardeşliği
FantasyHer taraf leş gibi kan, dehşet ve ölüm kokuyordu... 🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲🐲 Canavarlar serisinin 1. Kitabı. 3 element. Hava, su ve toprak. Her elementin kendine ait canavarları. Ejderhalar, solukanlar ve sirenler. 3 hava bükücü ırkı. Panter, leop...