Havaya atılan ok

27 3 2
                                    

Medya Thorne, yani Emma Watson. Thorne bir Panter. Cesur ve sevgi dolu bir kız.
Bu şarkıya bayılıyorum. Avril Lavigne- Fly.
Şimdi, kitabımı okurken Thorne'un hayalindeki gibi uçun.
Uçma sırası sizde...

    "Hadi ama Alice! Hızlı! Koş koş! Hooop... oyuncağa dikkat!"

Öz olmasa da, her zaman kardeşim olarak gördüğüm ve resmiyette kardeşim olan kızı kolundan tutmuş sürüklüyor, çekiyor ve bir yandan da düşmemesi için ona destek oluyordum.
Evin ahşap kapısına vardığımızda ayakkabı dolabını açtım ve Alice'in ayakkabılarını aldığım gibi üzerine fırlattım.

     "Onları hemen giy. Ben 2 dakika içinde buradayım." diyip merdivenlere doğru koşturdum.

     Alice neler olduğunu anlayamadan benim tarafımdan aceleyle uyandırılmış, güzel, platin sarısı saçları taranmış, aceleyle yemek yedirilmiş ve kapının önüne kadar getirilip ayakkabılarını giymesi emredilmişti. Hala uykulu uykulu, şaşkın şaşkın bakan gözlerine bakıp gülümse...

Gülümseyemedim çünkü önüme bakmadığım ve merdivenin ilk basamağının yerini tahmin edemediğim için düştüm. Ve kolum yanımdaki küçük rafa çarpıp raftaki her şeyi yıkınca çıkan gümbürtüden dolayı annem koşa koşa merdivene geldi ve yanıma indi. Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı ve üstümü başımı silkeledi.

    "Dikkat etsene kızım! Yüreğime indi! İyisin değil mi? Bir şeyin yok?!" diye cırladı resmen.

    Annem hala düşüp durmama alışamamıştı, hep aynı tepkiyi verir ve bugünkü gibi bağırırdı. O benim üzerime titredikçe ben düşer, oramı buramı incitirdim. Hatta öyle çok düşerim ki artık acıya az da olsa bağışıklık kazandım.

"Anne iyiyim bir şeyim yok, merak etme."

Kaşlarını kaldırıp bana pis pis baktı. Ve yeniden kulakları sağır eden bir sesle bağırdı. "Nasıl merak etmeyeyim?! Nasıl?! Annenim ben senin, ANNEN! Ya bir tarafına bir şey olsaydı? Ne yapardım ben yavrum!"

Ayağa kalkıp annemin yanağından öptüm. Konuşmayı daha fazla uzatmayacaktım. İşim vardı. Annemle uğraşasım yoktu. Annemin yanından sıyrılıp merdivenlerden deli gibi çıkmaya başladım.

"Kızım yine düşeceksin! Ne bu acele?! Ne karıştırıyorsunuz siz?"

Sorusunu yanıtlamasam daha çok bağırır ve gitmeme izin vermezdi. Ama cevaplasam konuşma uzayacaktı ve benim beklemeye hiç niyetim yoktu doğrusu. Ama sanırım ikinci seçenek ilkine göre daha cazip geliyor.

"Canım annem, gezeceğiz sadece. Bir şey yaptığımız yok." dedim epey yumuşak ve tatlı bir sesle. Ama ne kadar yumuşak olursam olayım annemin pis bakışlarından yine kurtulamadım. O bakışlar dönüp dolaşıp beni buluyordu. Ama yalan değildiki söylediğim. Gezecektik işte.

Odamın kapısına geldim ve aceleyle kapıyı açtım. Yerdeki eşyalara basmamaya dikkat ederek hoplaya zıplaya yatağımın yanına geldim ve hızlıca yere yattım. Kolumu maviye boyanmış ahşap yatağa vurmamaya çalışarak yatağın altına uzattım ve yayımla ok sadağımı aldım. Sadağı salladım ve içinde 1-1,5 düzine kadar ok olduğunu fark ettim. Sadağımı omzuma atıp okumu sol elime aldım ve ayağa kalktım. Sonra gardırobuma doğru birkaç adım atıp, yatağımla aynı renkten ahşap dolabın kapağını açtım. Ve gözüm hemen 3. Rafa kaydı.

    Bıçaklarım oradaydı.

    Bir Panter olarak, bıçak ve ok uzmanlık alanımdı.

Canavarlar1: Rüzgar'ın KardeşliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin