Dünya bir çizgiyle iki sınıra ayrılmış durumda. Kimi zaman bu çizgi silikleşse de asla kaybolmayacak. Belki sınırlar birbirine karışacak belki de taraflar birbirinin sınırını geçecek ama o çizgi hep orada duracak.
Güneş doğacak, yükselecek ve batacak. Sınırlarda yaşayanlar aynı anda tanıklık edece güneşin hareketlerine. Onlar iyiler ve kötüler… Siyah ve beyaz gibi…
Siyah ve Beyaz… Eğer siyah olmasaydı beyazın ne önemi olabilirdi ki? Eğer tenlerimiz güneşin o huzur veren sıcaklığıyla tanışmasaydı soğuğun acımasızlığını nasıl fark edebilirdik? O zaman siyahta önemli beyazda. Peki, bütün bu zıtlıkların hiç yan yana geldiklerine şahit olunmuş mu? Hayır… Ne olursa olsun bu düşmanların yan yana geldikleri görülmemiştir tarih boyunca. Güneş’in olduğu bir yerde aynı anda nasıl yağmur yağabilir ki? Ya da bir insan nasıl olurda öldüğünde yeniden dirilip yaşar? Acı çekerken huzuru nasıl elde edebiliriz?
Tanrı dünyadaki dengeyi sağlayabilmek için her zaman bunları ayrı tutmuş, hiçbir zaman birbirine yaklaştırmamış. Ateşle barut yan yana gelmez misali… E, o zaman? Siyah ve beyazın yan yana geldiği nerede görülmüş? İyiyle kötünün birbirinden etkilenip, dünyanın dengesini bozması ne hadlerine? Bunlar ne yapmaya çalışıyor böyle? Tanrı’ya böyle karşı gelmek de neyin nesi? Bu cesareti nereden alıyorlar? Bu cesareti nereden alıyorduk?
Bir uçurumun kenarındaki kayanın üstüne oturmuş onu bekliyordum. Bir yandan da ne kadar aptal biri olduğumu düşündüm. Beyazı kirletmiştim. Peki ya o? O da en az benim kadar suçlu değil miydi? Siyah nasıl olur da beyazla işbirliği yapardı? İkimizde aklımızı kaçırmış olmalıydık.
O acımaz, affetmez, öldürürdü. Benim doğamda bunlar yoktu. Ben öldürmezdim.
Birden ayak sesleri duymamama rağmen geldiğini hissettim. Her zamanki gibi… Sessiz ve sakin… Avına sinsi adımlarla yaklaşır, onu şaşırtırdı. Sonra ise… Sonrasına gerek yok. Ona arkamı dönüktüm. Ama biraz sonra sırtı sırtıma değince irkildim. Yavaşça bana dayanarak yaslandı. Ben de onun gibi yaparak başımı boynuna yasladım.
Nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Kulaklarımız keskindi. Aslında nefes almamıza bile gerek yoktu. Ama çoğu zaman farkında olmadan yaptığımız bir davranış haline gelmişti.
Önce kimin başlaması gerektiğini düşündüm. Arkamı dönüp onunla yüzleşmek, bu yaptığımızın yanlış olduğunu söylemek istedim ama yapamadım. Yüzünde veya vücudunun herhangi bir tarafında bir yara izi görmekten korkuyordum. O kötüydü. Kötüler sürekli birbirleriyle savaşır ve aralarında en iyiyi seçerlerdi. Onun en iyisi olduğuna hiç şüphem yoktu.
“Söz vermiştin,”dedim çatlak, cılız bir sesle.
Cevap vermeden önce iç çekti. “Mecburdum.”
“Anlamıyorsun,” dedim sesimi biraz daha yükselterek. “Bir gün öleceksin.”
Cevap vermedi.
“Gitmeliyim,”diye ayaklanınca kolumu tutup beni kayanın üzerine oturttu yine. Arkasını dönmemişti. Bende dönmemiştim.
“Gitme… Lütfen.” Fısıldadı “biraz daha kal.”
Düşündüm. Bir şeytanla iş birliği yapıyordum. En kötüsü de onu seviyordum. Daha da kötüsü o da beni seviyordu. Dünya’nın dengesini bozmuştuk. İyiyle kötü…
Bildiğim kadarıyla yarın büyük bir dövüş olacaktı aralarında. Sadece en iyilerin katılacağı bir dövüş… Bir savaş…
“Yarın…”dedim kötü bir ses tonuyla. “Sen-…”
“Evet,”dedi sözümü keserek. “Orada olacağım ve savaşacağım.”
Hızla arkamı döndüm. O ise bir süre bekledi. Sonra yavaşça bana doğru döndü. Üzerinde siyah pelerini vardı. Başını pelerinin şapkasıyla örtmüş, pelerininden kurtulan saçları alnına düşmüştü. Siyah gözleri bugün her zamankinden koyu ve keskindi. Ölüm meleği gibiydi. Azrail gibi…
Yüzünde hiçbir iz yoktu. Anlaşılan dövüşü hiçbir yara almadan kazanmıştı. “Beni sevmiyorsun,”dedim aptalca.
Birden kaşlarını çatıp öfkeyle yüzüme baktı. Tehlikeli ve ölümcül görünüyordu. Gerçek bir şeytan gibi… Kolumu yakalayıp sertçe tuttuğunda karşı koymadım. Pelerinin şapkası başından kayarak siyah, gümüşi saçlarını ortaya çıkardı. Gözlerimin içine baktı. “Bu benim doğam, Alicia. Öldürmek… Ama senin doğanda bu yok… Ölüm yok, hayat var. “ sustu. Sanırım söylediklerini sindirebilmem içindi bu duraksama. “Peki, benim doğamda ne anlam ifade ettiğini biliyor musun? Ölümün içindeki hayatsın.”
Dikkatle yüzüne baktım. Yüzü ciddiydi. “ve…” diye söz başladı yeniden. “Ve seni koruyabilmem için kendi türümdeki kötüleri yok etmeliyim. “
“Anlamadım.”
Gülümsedi. “Ölmemen için öldürmek.”
Ardından geri çekildi ve tek bir el hareketiyle yeniden saçlarını pelerinin altına saklayarak hızla oradan uzaklaştı. Oradan gidişini izlerken kendi kendime gülümsedim ve “Ölmemen için ölmek,”diye fısıldadım. Yarın orada benimle dövüştüğünü anladığında çok geç olmuş olacaktı…