-Evrim..-
Sonunda cafenin kapanış saati geldiğinde biraz olsun dinlenebileceğim için şimdiden umutlanmıştım. Uyku, son zamanlar da benim için çok olağanüstü bir seviyede gibiydi.
Normal zaman da cafeyi -çok özel bir şey olmadığı sürece- hep ben kapatırdım fakat şuan, dinlenmek için o kısacık zamana bile ihtiyacım var.
Neyse ki hiç müşteri kalmadığında, bu gün erken çıkacağımı söylemek için Almina'yı aradı gözlerim. Patron ve diğerleri çıkmış, sadece Almina ve ben kalmıştık. Ceketinin altında kalan sarı saçlarını dışarı çıkarırken göründü kapının önünde ve "Ben kaçıyorum..'' dedi yüzüme bakmadan. O sırada hala saçlarını ceketten kurtarmakla meşguldü.
''Aslına bakarsan bu gün cafeyi sen kapatabilir misin diye soracaktım. Biraz yorgun hissediyorum da..'' dedim başımı enseme sıvazlamak için attığım elimin üstüne yatırırken. Boynum tutulmuştu ve migrenim vardı. Sağolsun ailemden arda kalan tek şey saçma sapan genetik birkaç hastalıktı.
Kafasını iki yana sallayarak döndü bana. ''Üzgünüm Evrim, gerçekten çok önemli bir işim var erkenden çıkmalıyım. Geç bile kadım.. Kusuruma bakma olur mu?'' Mahçup bir şekilde gülümsedi bana.
İnsanlara 'hayır' demeyi pek becerebilen bir insan olmadığım için itiraz bile edemedim. Hatta o süreyi bana tanımadan kendini dışarı attı. Onun yerine tüm sözlerimi yutarcasına derin bir nefes aldım. Kendimi eleştirdiğim anlarda 1. sıraya her zaman bu huyumu eklerdim. Çünkü bazen oldukça çok kötü sonuçlar doğurabiliyor.. Evet, tecrübe ettim.
''Teşekkürler!'' diye cıyakladı geri geri cafe kapısından uzaklaşırken. Bense arkasından bakındım bir süre. Daldığımı fark ettiğimde kafamı hafifçe iki yana salladım. Çıkmam gerekiyordu, geç bile kalmıştım. İçeriyi son bir kez kontrol ettikten sonra kot ceketimi elime alıp cafeyi kilitledim.
Yaklaşık 10 dakikamı almıştı bu süreç. Sinan'ın evi kafeye çok uzak değildi. Hergün yaptığım gibi önce ona gidecektim. Tek yaşadığı için her gece dışarıdan yemek yemesindense, ben hazırlıyordum yemeği. Hem akşam yemeğini birlikte yemiş oluyorduk, hemde bir iki lokma düzgün bir şeyler geçiyordu onun da boğazından.
Köşeyi döndüğümde krem rengi bina görüş hizama girdi. Yaz ayındaydık ve insanlar sıcaktan duramadığı için genelde dışarıda, akşam saatlerinde gezmeye çıkmış olurdu. Evde kalanlarda yorgunluktan çıkmazdı dışarı. Ee haliyle tabi.
Neyse ki Sinan'ın işi çok geçe kalmazdı. Ben cafeden çıkıp onun evine gelene kadar çoktan evde olur, en azından yapabildiği kadar sofrayı hazırlardı oda..
Bende yine bu umutla girdim evine. Her zaman bir yedek anahtarım olurdu.
"Sinan! Geldin mi?"Ses gelmedi. İstemsizce çatılan kaşlarımla ayakkabılarımı dışarıda ki dolaba koydum ve içeri girdim.
Bir yerlerde uyuyakalmış olma ihtimaline karşı teker teker gezdim odaları. Son olarak da mutfağa girdim. Yoktu. Belki de yoldadır.Bir seferlik de ben hazırlayabilirdim değil mi sofrayı. Tabakları çıkardım dolaptan ve masanın üzerine koydum. Dün bir kabın içine koyup getirdiğim poğaçaları da temiz bir tabağa boşaltıp masaya koydum. Fakat aklım, her ne kadar inkar etsem de, hala neden geç kaldığına takılmıştı.
Burada kendi kendimi yemektense, mesaj atmanın daha iyi bir fikir olduğuna karar verip telefonumu çıkardım. Rehberde 'S' harfine gelip 'SİNAN'ı bulduktan sonra bir iki saniye tereddüt etsem de ARA tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüm. Çaldı. Çaldı. Çaldı... Fakat açan olmadı. Bu da beni daha çok endişelendirdi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HIRSIZ
Fiksi Remaja"Sen içmeyecek misin?" "Bu gece sana sahip çıkmalıyım.." "Sahip mi çıkmalısın?" Kaşlarını çattı. "Hırsız olan benim." "Ne yani hırsızlar insanlara sahip mi çıkıyor?" "Hırsızlar, aptal insanların sahip çıkamadığı değerli şeyleri çalıyor. San...