kimsesizliğin çaresizliği*

501 82 35
                                    

Tutun kimsesizliğimden, tutunun kimsesizliğime. Susmayın çaresizliğime, konuşun durmaksızın, kopartmayın son papatyalarımı. Gördünüz mü içimi? Acılarımı... Konuşun suskunluğuma, bağırın çığlığıma. Ve bir köşeye oturup seyirci olmayın yalnızlığıma. Kusarken içimdeki meşum rahiyâ, acının katlanılmaz çığlığını. Tutun kimsesizliğin kanlı kemikten sapını. Duyun çığlığımı, kapatmayın kulaklarınızı. Ruhumdaki ziftten kanı, çekin damarlarımdan acımasız gülüşlerinizle. Onun da akmaya ihtiyacı var.

Ruhumun obruklarından akarken o kızıl kan, çözüldü acının dili, düğümlendi zaman. Haykıran acılarımı, fısıldayan çaresizliğimi ve boğun sükunetimi. Duvarların boyası döküldü, bulutlar vaveyla. Saatler çığlıklarını yitirdi, vakit sustu. Hissediyorum, ölmeye mahkumum ben. Hissediyorum zamanım kalmadı artık.

Acılarım ruhumdu, çığlıklarım bedenim. Zamanın çığlıkları bir kum saatine hapsoldu, zaman geçmedi. Son kez yelkovan düşüyor akrebin peşine, duyun haykırışlarımı. Kapamayın kulaklarınızı, dinleyin çığlıklarımı. Kırın ruhunuza taktığınız prangaları. Kimse duymadı avaz avaz sustuklarımı. Dokun bana, sana ihtiyacım var.

Duyun, arafta sıkışıp kalmış ruhlarınızın acı çığlıklarını. Ve aşın acılarınızdaki ıssız çölü. Haykırışlarım âdeta birer fısıltı, ağlayışlarım âdeta birer çığlık. Duyun, duyun, duyun. Beni kimse duymuyor mu? Akıtın kimsesizliğin kanını. Doldurun kirli kadehlere ve tokuşturun, kimsesizliğin kadehini. Acılarımızın şerefine.

Durun, yok olmaya mahkûm çığlıklarım. Ve düşün, sararan yapraklarım. Çığlıkların en tazesiyle yeniden ve yeniden doğacağım. Duyun, o içimdeki küçük kız çocuğunu. Ve doldur meyhaneci, bir kez daha kadehimi ruhumun en dibindeki karanlıkla. İçelim terk edilen ruhlarımıza. Benim kimsesizliğime bir çığ gibi düşen sen, beni bırakıyor musun? Bırakma, kimsesiz olmak istemiyorum. Bırakma güzel katil, yokluğunda alev alır buralar. Bir kez daha kaldırın kadehleri. Bir kez daha için acımasızlığına.

Yalnızlık içime işlerken, sensizliğe inat yaşamalı bu güzel ruhumda. Tokuşturun kadehleri çürük ruhunuzla. Sen dokununca ruhuma, çiçekler açar bedenimde. Ruhum ateş almış, bedenim yansa ne olur? Yalnızlığı yıkalım. Yalnızlığı yakalım. Yalnızlığı devirelim kadeh kadeh. Şarap şarap.

Bir varmış, bir yokmuş. Kimsesizlik asmış kendini kimsesizliğinde. O kaldırdıkları kadeh, küçük kız çocuğunun ruhu olmuş. Bu benim ruhumdu. Ben kimim? Ruhsuzluğum bedbahtlıkta harmanlanırken, çürümüş katran, aktı boğazımdan sensizliğimle. Ve şûlelenen her yangının yaktığı bu yüreklerden yükselir ilâhîsel bir satır: Tanrım, bana mahkûm kıldığın bu kimsesizliğimin ceplerinden dökülüyor ölü umutlar. Ölen her umut için sonsuz huzur bağışla.

Ölümü utandıran bir çiçek olmuşsun kan içinde kalmış karanlığıma, gel de bırak şimdi beni bu sonu görünmeyen aydınlığa. Ölümün elini tutmuş kaydıraktan kayarken, dikenleri battı, sana bakarken. Zaman durdu. Beyaz ışık gülümsüyor karanlık ruhuma. Ve çığlıklar işitmiş sallanırken kırmızı salıncakta. Ve gülümsedi bedenim, bir kez daha gözyaşlarıma.

Ve unutma sevgili: senin gidişin, benim Azrail'im. Ruhum sırtını döndü bir kez daha bana. İzlerle dolu bedenim, kesik bileklerim, o salıncağın paslı zincirlerinde saklı aslında. Ve Azrail'in kanatları altında soluklanmak, ölüme doğru. Yağıyor parçalanan kimsesizliğimin kanlı uzuvları. Ve boğuyor kanıyla çocukluğumun kırık umutlarını. Fısıldıyor yalnızlık bana, bir kadeh daha. Azrail'e sarılmak ölüm yolunda...

Senin mezarın, benim yatağım sevgilim. Zehirliyor bedenimi. Sus, bu sefer kimsesizliğin ninnisi uyutsun... Uçsuz bucaksız uçurumun kenarında essin meltemler. Dönüyor dağda değirmen. Benim atlayacağım o uçurum. Ölüm oyununun son durağı. İşte, sorma bana neredesin diye bu sefer. Sonsuz denizle kıyasıya savaş eyleyen poyraz. Hiçlikteyim hiçlikte, benliğimi kavuran yerde. Ben ölümün yanındayım sevdiğim, bilmem kaçıncı kadehimi şerefine kaldırırken. Buradayım diye bağırsam duyar mısın? Hiç gerçekten kendin olduğunu hissettin mi? Yoksa gölgelerin içinde kayıp mı oldun?

Ve gömüldü kimsesizliğim acılarımın kanlı gölgesine. Tabutum ateş, toprağım kan. Ve susuyor çan. Ölmek için fazla günahkâr bu beden. Yanmak için fazla masum bu yürek. Cehennemin ardından yükselen çığlıklarla yüz yüzeyken, duyuyorum ruhumun fısıltısını. Azrail bırakıyor bedenimi lavlar içine. O lavlar esaret gösteriyor bedenime.

Çamurlaştırır ruhumdan sızan ifrazatım, altında yattığım toprağı. Yapma diye bağırırken, fark ediyorum yeşillerindeki intikam ateşini. Bir mırıltı gibi çalıyor ölümümün şarkısı. Sevdiğin gözlerini tanırken. Toprağıma kırağı yağmış, hissetmiyorum yandığımdan. Bu ateş bana fazla, kül olmak istiyor bu can.

Tanırken yabancıladığım gözlerin sahibini, ruhunda okunurken merhametin selâsı. Seviyorum diye fısıldanan dudakların altındaki yürek yakan sevdası. Kavuruyor gözlerimdeki umutla bakan ışıltıyı. Ve bedenimin külleri oluyor buz tutmuş ruhuma ölü toprağı. Bir bakıyorum ki, o kuru toprağı ıslatan tek bir göz yaşı sahibi yok. Girmiş mezara kefeni yok. Ölüsü var, bedeni yok. Yanıyor, selâsı suskun. Ruhu kararmış, acısı yok. Gözyaşı dinmiş, zifiri çok. Zift olmuş, karası yok. Aşık olmuş, yarası yok.

Ruhunu kaybetmiş bir kız çocuğu var şimdi aynada; siz bayım, bu kız çocuğunun ruhunun katilisiniz. Kimse sizin kadar kötü olamaz. İşte o an bir mısra daha fısıldamış Azrail: Öleceksin, öldürecek bir şeyim yok. Beden çürümüş, ardından okunan dua yok. Ruhu ölmüş, hissi yok. Terk etmiş dünyayı, sevinen çok.

Ve şeytan, son nefesini küçük kızın bedenine verirken, bir kez daha fısıldamış:

Yarası yok, acısı çok. Dünyayı katran bulamış, ses eden yok!

*

09.05.17 - 01:16

   Öneriler ve bilgi için: ask.fm/ senzaniima  


MERANLARIN FISILTISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin