Lise değişimin yeri gibi gelebilir; lanet sınavlarınız bitecek; bir iki düşünülmüş yalanla tüm eski hayatınız silinecek; popülerlik bir çift Vans, mat kırmızı ruj, sıfır beden düşük bel skinny şort, bir Supreme şapkası, bir baskılı rock tişörtü uzağınızda olacak; inek oğlandan metalciye, çalışkan kızdan kötü kıza dönüşebileceksiniz. Değil mi?
Hayır. Lise aslında ortaokulun ikinci raundu, üniversitenin bok çukurudur. Üniversite yıllarında herkesin görüp saatlerce küfredeceği şey ise öğretilen, sorulan her bilginin aslında beyin kapasitenizi ölçmek için yapılan bir kobay deneyi olduğudur. Bu beceriksizin tekinin 90'lardan kalma bir bilgisayarı sevdiği oyunu kaldırır mı diye oyunla doldurup formatlamasından farksızdır.
Her neyse. Konu bu değil. Konu benim. Güzelim, param var ve sigara içiyorum ki bu beni otomatikman hayatımın başrolü yapar. Özellikle para ve güzellik kısmı. Sorun şu ki bu hayatı artık istediğimden emin değilim.
Çünkü para öylesine hasta ruhlu, boktan birşey ki sahip olduğu hiçbir şeyin aslında ona ait olmadığını hissettiriyor insana. Rüyalarda güzelliği giysilere, zekayı dershanelere, istekleri şımarılığa, hayalleri özentiliğe yormamızı fısıldayan beyin kıvrımlarında kıvrılıp içten içe beynimizi yiyen, ayrımcı bir hastalık para. Sahip olunmadıkça kıskanılmak istenen bir kadın. Bencil ve narsist. Ve ben o kadından doğmuş biriyim. Severken kendileri bile fark etmeden parayı reddettiğim saniyede iskeleden yuvarlanacağımı tembihlemiş ailem.
Onları sevmiyorum değil. Kötü olmadıklarını ve sadece benim iyiliğimi istediklerini biliyorum. Ama anne ve baba olacak potansiyeli gördüğüm insanlar değiller. Eskiden paraya inanmayan ama sonra paranın ayrımcılaştırdığı, artık çocuklarının en iyi olmasını isteyen ve bunun için baskı yapan insanlar onlar.
Ve ben.
Uzun bir Zeppelin intro'sundan sonra başlayan bir şarkı gibi araya giren mükemmel görünüp harcanmış olan kız. Size gerçekte kahverengi olan saçlarımdan ve yeşil gözlerimden bahsedebilirim ya da sarışın mavi gözlü olduğumu söyleyip gereksiz yere sizi sarışın olma yolunda manipüle edebilirim. Ama bunu yapmayacağım. Ben siz olmayan herşeyim. Kötü, bozuk, zengin olup paradan nefret eden, felsefe bağımlısı, kısa boylu kızım. Ve liseye geçtim.
O gün, hayatı boyunca özel okula burslara rağmen ailem paramız olduğunu kanıtlamayı kendilerine görev edindiğinden para ödeyip gitmiş biri olarak bu sefer ailemi biraz ısrarla gitmeye ikna ettiğim burs kazandığım özel okula giderken aklımdaki tek şey iki yıl boyu eski okulumda temelini attığım "zeki olduğum için buradayım ama inek değilim" imajımı yok etmemekti. Fazlasıyla bol kayıkçı yaka bir kazak ve kendi emeğim yırtık pantolonum vardı. Ruhumu boğan dar kazakları ve skinny pantolonları istemiyordum. Zaten içlerine girmek için küçüklüğümde yemek yemeyip çok serum aldığımı bilirdim. O günden beri de skinny giymemistim zaten. Artık rahatça içlerine girebiliyordum ama gereksiz yere kendimi darmak istemiyordum. Arkamda ilkokul çocuğunun tekerlekli çantasının çıkarttığı sesle gelen bavulumun içi de bu yüzden üstümdekiler gibi giysilerle doluydu. Okulun kapısından geçince ilk fark ettiğim şey liseden çok üniversiteye benzemesi ve şehre yakınlığıydı. Lisenin ilk günü fazlasıyla çekingen olurdu ki o gün de öyleydi. Dolapla erkek arasında sıkışmış öpüşen kızları bırakın eski arkadaşlar dışında konuşanlar bile yoktu. Masum kız ve ona çarpan öküz erkek yoktu. Ders başlamadan tüm okulu hızla gezip ilgi çekici bir yer var mı diye bakındım. Zil çaldığında ise sınıflara doluştuk. Ayağa kalkıp kendinden bahsetme faslında öğretmen ısrar ettiyse de kimse kalkmadı. Ders bittiğinde dahi hepimiz birbirimize tavır koymuş gibiydik. Sonunda daraldım ve kitap açıp okumaya başladım. Yirmi dakika kadar sonra bir oğlan yanıma gelip ne okuduğumu sordu. İlk bakışta mavi röfleli saçlı aptal sarışın teki gibi duruyordu. Normalde bana yavşayıp arkadaşlarına telefon numaramı göstererek egosunu tatmin etmeye çalışacak derdim ama kimse kimseyi tanımadığına göre cevap vermekten çekinmedim. "Bildiğini düşünmüyorum ama Charles Bukowski. Kaptan yemeğe çıktı ve tayfalar gemiyi ele geçirdi. Ve evet, kitabın adı bu." Çocuk güldü. "Okumuştum. Bu arada ben Censin. Merak etme. Okulun ilk gününden sana yavşayacak değilim. Erkek arkadaşım var. Kitabı tahmin edip kafa dengi biri misin diye merak ettim." Tek kaşımı kaldırdım. "Ben de Tuğçe Betül. Pek Alev Ateş gibi uyumlu bir ad değil ama olsun." Çocuk yine gülünce önden bir iki kız bize döndüyse de takmadım. "Çıkışta bu sınıftan ve E sınıfından birkaç kişi alışverişe gideceğiz. Asıl amaç tanışmak tabii. Ne dersin?" Olabilirdi. Bu yıl biraz rahatlamak istiyordum. "Gelirim," Zilin Mozart melodisiyle beceriksizce çalınmış rahatsız edici versiyonuyla irkildim. O da hemen "Çıkışta seni alırım." dedi ve yerine geçti. Daha sonraki tenefüsler de her sınıfa ayrı ayrı girip "platonik olunacak" veya "asılınacak" erkek arayan birkaç kıçı açık boyalı saçlı sürtük ve Censin'in organize ettiği "Hızlı Cevap" dışında oldukça soğuk geçmişti. Giyim tarzı oldukça deri yoğunluklu olduğundan ve baska sebeplerden -ki bu sebeplerin ne olduğundan ben bile emin değildim- Censin'in homoseksüel olduğundan hâlâ biraz şüpheliydim. Sonunda okul bittiğinde kafam biraz dumanlı gibiydi. Matematik sevdiğim bir dersti ama son ders olunca pek çekilmediğinden Censin'e uymuş, onun kulaklığından şarkı dinlemiştim. Yabancı rock dinleyen poser karşıtının teki olduğumdan dinlediği tekno müzik beynimi mahvetmişti. "Hardwell bu. Spaceman." elini nefis der gibi sallamıştı. "Mükemmel bir şey." "Ergenliğe yeni girdiğinden emin misin? Daha çok ergen doğmuş gibisin de." Son dakikaya kadar iğneleyici ve iğrenç espilerden yapmıştık. Çıkışta ise Deniz, Ege, Emre, Tuana, Nil ve Yalkın adında 6 kişilik bir zıtlıklar ordusuyla tanışmıştım. Yalkın ve Ege hariç herkes doğal tiplerdi ve hiçbiri çekingen ezik tipler gibi durmuyorlardı. Tuana diğerlerine göre daha sessizdi ve omzuna gelen dalgalı koyu kumral saçlarıyla oynayıp her espride bir haykırıp bir susan bir kızdı. Yine de aramızdaki en normal görünümlü oydu. Nil tam bir kız abaza ve Instagram hastası, Ege "Punk Ölmedi" düşüncesiyle kafayı bozmuş bir baterist, Yalkın, Censin ile aynı ton mavi röfleli saçlı popüler bir oğlan, Emre tekno müzikle ilgilenen bir basketbolcu ve Deniz ise sarışın, mavi gözlü, benimle aynı boylarda dizi bağımlısının tekiydi. Deniz hariç diğerleri oldukça cana yakın insanlar gibiydi. Bir an içime onların birgün benden nefret edeceği hissi doğdu. İyi kalpli olduğum zamanlar oldukça nadirdi çünkü insanların üzülmesinden ve verdiğim tüm hasara rağmen bana bağımlı kalmasından ilginç bir haz duyuyordum. Gerekli gereksiz yalan söylerdim çoğu zaman. Yaşım, ailem, kökenim, yaşadıklarım, planlarım... Herşey hakkında söylerdim bu yalanları. Başlarda oldukça güvenilir insan profili sergiliyordum ama sonradan zarar verici kişiliğim devreye giriyordu. Bana karşı iyi olanlar bu hastalığım yüzünden beni bırakmıyorlardı. Ama kendimden nefret etmiyordum. İntihara meyilli olma, narsist kişilik, sonrada boy gösteren katedral boyutunda bir ego ve bağımlılık yaratma kötü yönlerimdi sadece. Bu bana işe yaramaz bir yaratıktan ziyade kötü bir örnek olarak işe yaradığımı hissettiriyordu. 'Bir seferlik,' diye düşündüm. 'Bir seferlik kişiliğimden biraz ödün versem ve hepsini gelecek ızdıraptan kurtarsam.' Ama yalnız kalmaktan nefret ediyordum. Bunu kendime yapamadım. Onun yerine o gün onlarla alışverişe çıktım. Alışveriş merkezinin önünde bir oğlan bekleşiyordu. Boyu öylesine uzundu ki dirseğinden birkaç santim yukarısı benim boyumu aşıyordu. Kesinlikle yapılıydı ve cılız ama kaslı tiplerden değildi, kasları gerçekten... konuşuyordu. Censin ona doğru el salladığında çocuk gülümsedi ve yanımıza geldi. Ellerini ceplerine baş parmağı dışarıda kalacak şekilde soktu ve konuştu: "Selam gençler. Ben Berkay Atlas. 9/F'den. Censin'in eski okulundan arkadaşıyım. Sizler?.." Deniz pek hoşnut olmadığım bir girişkenlikle elini uzattı. "Bendeniz Deniz Uğur. 9/A'danım." Bunun üzerine gaza gelmişler olsa gerek sırasıyla Emre, Ege, Nil ve Yalkın da soyadlarını ve sınıflarını açıkladılar. "Emre. Emre Okyar. 9/E'den. Basket oynuyorum. Seni de tanıyor gibiyim aslında dostum."dedi Emre. Berkay Atlas düşündü. "Gazi'nin takımındaydım. Seni de maçlardan birinde görmüştüm. Takım kaptanıydın değil mi? Mükemmel turnikelerin vardı." Emre sırıttı. Daha sonra Ege: "Ben Ege Çetiner. 9/A'dan." diye araya girince suratımı buruşturdum. 'Bendeniz Deniz' süzmesiyle aynı sınıftaydı demek. "Ben Nil Meşe. 9/C. Kasların güzelmiş Berkay Atlas. Instagram için çekerdim ama malum boyun..." Nil arkadaşça gülümsedi. Berkay da karşılık verdi. Yalkın da hevesle elini uzatti. "Yalkın Mehmet Özmen. 9/B'den. Berkay soldan sağa çevirdiği gözlerini Tuana'ya sabitledi. "Sen?" Tuana çocuğa pek tatmin olmamış bir bakış attı. Utangaç yapısına rağmen bakışlarını değiştirmeden: "Tuana Esinç. 9/B'den." diye kestirip attı. Berkay birsey diuecek olduysa da Tuana: "Merak etme ısırmam. Sadece soyadlı resmi tanışmalarla aram iyi degil. Uzun boylularla da. Kişisel anlama."deyince çocuk da üstlemeden bana döndü. Bakışlarından boyuma karşı bir aşağılama akıyordu ama eziklemekten çok beni test eder nitelikteydi. "Ya sen minik?" Umarsızca gülümsedim. "Yasemin Tuğçe Demirkan. 9/D'den. Bu arada senin için ortalama boyu söyle de ona göre ayakkabı alalım, problem çıkmasın." Bir kahkaha attı. "Ben 1,96'yım bebek. Uygun boyu sen düşün. "
İşte bu şekilde yok edicimle ve kurtarıcımla tanışmış oldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Baskı Altında
Novela JuvenilDepresyon, para, lise, popülerite, sigara, güzellik ve kullanılmamaya mahkum zekâ birleşiminin yarattığı basıncın altında delirmeye yüz tutmuş bir kızın kurtulurken dibe batma hikayesi.