Küçük Semiha sorularıma çekimser, kısa cevaplar verdiğinden, iletişim kurmam zor oldu. Yaptığı resimdeki kuşa benzer nesneleri ve onları tutmaya çalışan bir çocuk çizimini, parmaklarımla göstererek devam ettim.
-Peki. Semiha bunlar ne?
O anda gözlerinin bakışı değişti. Kahverengi mavi karışımı göz bebeğinin çevresinde, yeşil tonlu hale bulunan gözleriyle, o derin bakışı aklımdan çıkacak gibi değildi. Göz bebekleri irileşmişti. Büyümüş de küçülmüş denen bir edası vardı. O bakışlarda ne gizliydi kim bilebilir. Bana çok kısa bir cevap verdi.
-Ben toplayıcıyım.
-Toplayıcı mı!
-Evet toplayıcı, bakın bunlarda kuşlarım.
Toplayıcı ve kuşlar. Bu iki sözcüğün ne anlama geldiğini düşünürken, Turan Bey konuşmamızın arasına bilinçli bir şekilde girerek, işlerimin nasıl gittiğini sordu. Aklımda bu iki sözcükle, Turan Bey ve arkadaşının konuşmalarına ister istemez katıldım. Sonra gazeteden telefon gelmesi üzerine, izin isteyerek masadan kalkmak zorunda kaldım. Hızlı adımlarla çay bahçesinden ayrıldım. Resim çizmeye çalışan küçük Semiha'nın büyük dramını, günler sonra karşılaştığım Turan Bey'den içim yanarak öğrenecektim.
Taha Bey ve Nursena Hanım. Nursena Hanım, bu beldedenmiş. Yıllar önce İstanbul'a taşınmışlar. Ara sıra akrabalarını ziyarete ve bu güzel sahil beldesini gezmeye gelirlermiş. Turan Bey, Nursena'nın uzak akrabalarından biriydi. Taha Bey neredeyse otuz yıldır, yurt dışında iş yapan şirketlerle birlikte, başta Ortadoğu olmak üzere ülke ülke geziyordu. Bu çiftin, çocukları olmadığı için de evlatlık olarak aldıkları Küçük Semiha ise; Filistinli zavallı bir kızdı. Yaşadıkları, yaşadığı dünyadan büyüktü. Onun gözlerindeki hüzün ve öfkenin nedenini anlamaya işte böyle başladım.