BERRAK
Merdivenlerden arkama bakmadan çıkarken basamakları ayaklarımın uzanabildiği kadar atlıyordum. Normalde çok kısa olan merdiven gözüme hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Ben bu düşünceler arasında kaybolurken ayağım boşlukta sallanınca son basamağa geldiğimi fark ettim. Kendimi hemen karşımda bulunan odama attım. Kapıyı yerinden çıkacakmış gibi çarptıktan sonra kilidi çevirmeyi de ihmal etmedim. Kapının arkasında oturup bir süre olanları idrak etmeye çalıştım.
Bana her zaman büyük gelen bir odam vardı. Çok fazla eşyayı sevmezdim ve kullanmazdım da. Sadece ihtiyacımın olduğu şeylerin elimin altında olması bana yeterdi. Bu yüzden sade -kendime göre oldukça ideal- odamda bulunan her şey çok değerliydi. Çoğu annemden kalanlardı. Kimseyi odama almazdım tabi arkadaşlarım bu duruma çok kızsa da özelimi paylaşmak zorunda degildim. Bunları düşünürken biraz da olsa sakinleşmiştim ki kapı babamın yumruklarıyla arkamda titredi.
"Sen yüzüme kapıyı çarpıp gidemezsin küçük hanım, aç şu kapıyı!" Küçük hanım...Babam bana her öfkelendiğinde "Küçük hanım" diye hitap ederdi. Ama bu durumda haklı olan bendim. Ona kapıyı açmayacaktım işte. "Hayır baba, git başımdan!" Bu olanlara inanamıyordum.
Biz, iyi bir aileydik. Hep birlikte toplanıp pazar kahvaltıları yapar ardından da küçük bir gezintiye çıkar tüm haftanın stresini atardık. Annemle babamın birbirlerine bakışlarını görür ve aşk denilen şeyin sadece onlara ait olduğuna inanırdım. İkisinin de sonsuza kadar birbirlerini seveceğine...
Normalde bu kadar çabuk duygulanan bir insan değildim. Hatta anneme veda ettiğim gün dışında bir kez bile ağlamamıştım. Ağlamak çaresizlerin yapacağı işti ve ben hiç çaresiz olmadım. Her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlüydüm. Ama şimdi gözlerimden akan yaşları durduramıyordum.
Evet, şimdi çaresizdim. Ben; Berrak Günay, ilk kez çaresizce kapının önüne diz çökmüş ağlıyordum. Babamın yumrukları kapıya bir kez daha geçerken birden irkildim. Düşüncelerin arasından sıyrıldığımda odam her zamankinin aksine çok dar gözüküyordu. Duvarlar üstüme gelirken boğulacakmışım gibi hissettim.
Gözlerim odamda gezinmeye başladı ve hemen yatağımın yanındaki küçük komidinin üstünde duran çerçeveye takıldı. Kapının önünden kalkıp komidine doğru yürümeye başladım. Çerçevenin içindeki fotoğraf annemin kanser illeti yüzünden hastaneye yatmadan önceki son pazar gezintisine aitti. Hepimiz çok mutlu görünüyorduk. Annemin gözlerindeki ışıltıyı görünce babama olan nefretim daha da arttı. Annem için savaşmaya karar verdim. Ama bu şekilde olmazdı. ilk kez odamda bulunan banyoya şükredip hızlıca ilerledim. Aynaya baktığımda kıvırcık saçlarımın gözyaşlarımdan sırılsıklam olmuş, beyaz ve her zaman soğuk gözüken cildimin tüm ben güçlüyüm imajını kaybetmiş, soğuk ve ifadesiz gözüken gri gözlerimin sonsuz nefretle dolmuş olduğunu görünce kendimden korktum. Soğuk suyu yüzüme çarparken aklımdaki tek düşünce annemdi. Annem...Tekrar aynaya baktığımda kızaran gözlerim biraz daha ifadesizleşmişti.
Eski güçlü duruşuma ulaştığımı düşündüğümde hızlıca kapının kilidini açtım. Ve gözlerim, babamın öfke dolu yüzü ama bir o kadar da suçlu bakışlarıyla buluştu.
Sinirle bağırdım: " O kadını annemin hatıralarıyla dolu bu evde, senin yanında istemiyorum.O kadar!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARESİZ
Teen FictionHepimiz temiz sulardan karanlık okyanuslara atılan, oradan oraya savrulan küçük balıklar gibi değil miyiz zaten? Her şey kontrolden çıkmıştı. Berrak bir okyanus nasıl bu kadar bulanıklaştı? Çaresizce okyanusumda çırpınırken elimden tutup beni da...