Babamın, erkeklerden hoşlandığım için ve bu tabii ki normal olmadığı için psikolojik yardım almam gerektiğini ve aynı zamanda da artık Haneul'u kendisi ile birlikte şehir dışında kalmasını istediğini söylemesinin üzerinden birkaç gün geçiyor.
Okul bahçesindeki bir piknik masasında oturuyorum. Elim sürekli şortumun cebine gidiyor.
"Sadece sadık bir arkadaş olmaya çalışıyordum," diyor kaşlarını çatıp, gözlerini birkaç kez kırparken. Turuncu dudak parlatıcısı, uzun tırnakları ve kırmızıya boyattığı saçları ile her zamanki Jeongyeon gibi gözüküyor. Hemen karşımda oturuyor olmasına rağmen kendimi ona fazla uzak hissediyorum.
"Bana söyleyebilirdin," diyorum. "...taşınıp bir daha asla buraya gelmeyeceğini." Gözlerimi ovuştururken Jongdae elini omzuma koyuyor ve hafifçe sıkıyor. Sehun ise başımda dikiliyor. Her şey kötü bir masalı andırıyor. İğrenç bir hesaplaşmanın ortasındaymışız gibi ilerliyor zaman.
"Söylemeyi isterdim Baek, istemedim mi sanıyorsun?" Bana doğru yaklaşıyor. "Söylememi Chanyeol istemedi ve ben de ona, sana asla söylemeyeceğime dair söz verdim. O benim en yakın arkadaşım, verdiğim sözü tutmalıydım."
Elini, masanın üzerinde duran elimin üstüne koyuyor ve nazikçe okşuyor.
"Lütfen anlayış göster, bu onun için çok zordu."Kanlanmış gözlerimi ona doğrultuyorum, ağlamak üzere olduğumdan bir habermişim gibi. Dudaklarım titriyor. Benim için de zor olduğunu neden kimse anlamak istemiyor?
Artık onunla daha fazla konuşmak istemiyorum. Kimsenin anlayamayışlığına katlanmak istemiyorum. Burada böylece oturmak ve bir zavallı gibi hıçkırmak istemiyorum. Herkesin bir şekilde kendini haklı çıkarması ile ilgili hikayeleri dinlemek istemiyorum. Chanyeol'un aramalarına cevap vermek, bıraktığı acı yetmezmiş gibi bunu yapmasını izleyerek yıpranmak istemiyorum.
Ben dışında herkesin bir şeylerden haberdar olmasını daha fazla kaldıramıyorum. Kimsenin umursamadığı birisi olacak kadar mı kötüyüm merak ediyorum.
Patlayacak gibiyim. Rahat edemiyorum, hiçbir şekilde rahat edemiyorum.
Şu sıralar sıkça yaptığım gibi öylece gidiyorum, yine. Herkes alışmış olmalı, öyle ya, kimse dur diyemiyor bana. Hoş, deseler hiçbir şey fark etmeyecek. Her an patlayacak gibi olduğumdan belki de, kimse dokunmak, konuşmak istemiyor uzun uzun benimle.
Aptalın tekiyimdir belki de. Kafaya fazla taktığımdandır böyle oluşumun sebebi. Fazla alınganımdır ama öyle ya, bir şekilde her şey hep benim yüzümdendir.
Hava sıcak. Ayak tabanlarım yanıyor. Ayakkabı bağcıklarımdan biri su yeşili, diğeri beyaz.
Okul dolabındaki eşyalarımı toplamak üzere okula dönüyorum. Koridorlar bomboş. Biraz sinir bozucu bir sessizlik var. Adım seslerimin yankılanışını dinliyorum.
Chanyeol'un dolabının önünden geçip kendiminkine varıyorum. Kitapları ayıklarken sürekli gözüm onun dolabına kayıyor. İç sesim git, diyor. Karşı koymaya çalışıyorum fakat bir süre sonra tüm kitapları üst üste dizdikten, dolabın içini sildikten ve eve götüreceğim diğer şeyleri de ayırdıktan sonra oraya doğru yürümeye başlıyorum. En başından beri kendi eşyalarımı toplama bahanesiyle, cebimdeki anahtarı sımsıkı tutarak tüm gün gezdiğimi ve nihayet buraya geldiğimi bilmiyormuşum gibi davranıyorum. Ama bir şekilde çekiniyorum. Chanyeol dolabının anahtarının bir kopyasını yaptırmış ve bana vermesi için annemden rica etmiş. İçinde görmemi istediği bir şey olmalı ve ben nedense korkuyorum. Ona hala sinirliyim. Yüzüme karşı gideceğini söylemediği için, bu anahtarı bana kendi eliyle vermediği için, başka bir ülkeye taşındığı ve bir daha görüşemeyeceğimiz için.
Elim titrerken kilidi nihayet açıyorum. Kapağın iç kısmında fotoğraf ve süslemelerin hepsi gitmiş. Kitapları da yok. Fakat dolabın içinde plastik bir su şişesi duruyor. Şişeye uzanıp elime alıyorum. Üzerinde asetat kalemi ile yazılmış bir yazı var. Okuyorum: Chanyeol Güçlü.
__
Son
2016-2017
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lonely fish
FanfictionO okyanusta kaybolmuş yalnız bir balıkken benim onu kurtarabileceğimi düşünüyor.