Kahvaltı masasından kalkarak anneannemin yanaklarından sulu sulu öptüm. O da her zamanki gibi bu hareketime kocaman bir gülümseme ile karşılık vermişti.
-Ellerine sağlık anneanneciğim. Haydi ben gidiyorum,
diyerek sandalyemin arkasında duran sırt çantama uzandım. Anneannem çok tatlı bir kadındı, bir o kadar da asil. Duygularını pek belli etmeyi sevmezdi, tabi bana olan duyguları hariç. Beni çok severdi bunu biliyordum. Söylemesine bile gerek yoktu.
-Bugün gidecek misin annenin yanına yavrum?
diye sordu anneannem bana.
-Bilmiyorum. Gitmeden ararım, müsait olursa giderim.
Gülümsedi ve beni yolcu etmek için arkamdan geldi.
-Allah zihin açıklığı versin benim yavruma, haydi Allah’a emanet,
diyerek her zamanki kapı ağzı duasını da ettikten sonra gönderdi beni anneannem. Çok seviyordum onu. Hakkını nasıl öderdim bilmiyordum. O büyütmüş, beni bu yaşıma kadar o getirmişti. Dedem ben doğmadan çok önce ölmüştü, onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. Anneannemin tek çocuğu vardı; annem. Annem işi gereği bizden ayrı yaşıyordu, çok fazla vakit geçiremiyorduk. Annemden ayrı yaşamıştım hep. Bazen birkaç saatliğine görebilme fırsatı buluyordum onu ama o zaman bile seviniyordum. Annemi çok seviyordum aslında ama içimde ona karşı olan bir burukluk mutlaka vardı.
Bugün okula yürüyerek gelmiştim. Bazen taşıma aracına bine öyle giderdim okula ama bugün düşüncelere dalarken yürüdüğümü bile fark etmemiştim. O çok sevdiğim(!) okuluma girdim. Son senemin son zamanlarını soluduğum için çok mutluydum. Zaten yeterince uzatmalı kalmıştım bu okulda. Çalışkan bir öğrenci değildim. Sınıfta bile kalmıştım bir sene. Hatta geçen sene bir daha kalıyordum da anneannem yalı gözlerle okula gelip yalvardığı zaman hocalar zorla da olsa geçirmişti beni. Açıkçası çok da umurumda değildi okul. Tek sorun fazladan bu iğrenç atmosferi solumaktı. Evet, çalışkan bir öğrenci değildim. Dersi sadece derste dinler, evde ders çalışmazdım. Ama eğer harika bir arkadaş grubum olsaydı kesinlikle okulda da dinlemezdim. Bu okulda sadece bir arkadaşım vardı; Cemre. Ona da sırlarımı anlatmazdım çok fazla. Onun haricinde zaten hiç kimse ile arkadaşlık muhabbetim yoktu. Onun arkadaş çevresi iyiydi ama ben ‘’ne kadar az insan, o kadar çok huzur’’ lafını ilke edinmiş biri olarak kimseye arkadaş gözüyle bakmazdım. Her zaman kendi kabuğunda yaşamayı tercih edinenlerdendim. Zaten kolay kolay da birine güvenemezdim.
Sınıfa girdiğimde sırada Cemre’yi görememiştim. Zaten tek tük kişiler vardı. Çantamı sıraya koyarak kantine indim. Her sabah olduğu gibi kantinci Sultan abladan bir çay aldım ve bahçeye çıktım. O sırada Cemre’yi gördüm. Arkadaşlarıyla kol kola girmiş bir şeyler konuşuyordu. Beni görünce arkadaşlarından ayrılıp yanıma geldi. Birbirimize gülümseyerek bir banka oturduk.
-Naber?
dedim, çayımdan bir yudum alarak. İç çekti ve
-Durumlar fena bende kızım,
dedi. Meraklanarak ‘’Ne oldu?’’ diye sordum.
-Aman canım ne olacak, benimkiyle kavga ettik her zamanki gibi işte.
Bu dediğine gözümü devirmekle yetindim. Burak ve Cemre’nin her zamanki halleriydi işte.İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden kavga ederler, aynı gün barışırlardı. Burak Cemre’den 3 yaş büyüktü. Cemre ile internette tanışmışlardı. Ben böyle ilişkilere pek sıcak bakmasam da 1,5 yıla yakın süren bir ilişkileri vardı. Tabi yarısı kavgayla geçen..
-Yok niye geç yazıyorsun, yok niye cevap vermiyorsun, yok benden başka kimle konuşuyorsun. Başımın etini yedi valla dün gece telefonda. Ben de dayanamadım patladım orda. Bir güzel bağırıp çağırdım. Sonra bir şey demesine de fırsat vermeden kapattım suratına telefonu. Bayağı sinirlenmiştir ama hep o mu bağırıp çağıracak. Aman canım boş ver sen beni. Senden ne haber?
Onun anlattıklarına güldükten sonra derin bir nefes alıp düşünüyor gibi yaptım.
-Uyudum, uyandım, okuldayım.
Bu söylediğime ikimiz de güldük.
-Sana biraz aksiyon lazım kızım. Ne bu? Her gün aynı monotonlukta hayat mı geçer?
Zilin sesiyle beraber ayağa kalktık.
-Boş ver ya. İyiyim ben bu halimden. Böyle zor idare ediyorum zaten.
Elimden yarım kalan çayımı aldı ve kendi içmeye devam etti.
-Ya diyorum ki, sana bir çocuk ayarlayalım. Biraz takılın. İnan, sana da iyi gelecek. Birinin seninle ilgileniyor olması, sana değer vermesi, seni mutlu ediyor olması kendini çok değerli hissettiriyor. Bu duyguları daha önce hiç yaşamadığın için korkuyorsun biliyorum ama bir şans versen kendine? Olmaz mı?
Dediklerini bir süre düşündüm. Aslında söylediği şeyler çok güzeldi. Bir an sevilmenin nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalıştım.
-Bak, Burak’ın bir arkadaşı var, iyi çocuktur. Tanıştıralım sizi ha, ne dersin?
İç çektim. Şimdiden çok yorucu olacağını anlamıştım.
-Cemre. Seni kırmak istemiyorum. Biliyorum, beni düşündüğün için yapıyorsun bunları ama, gerçekten istemiyorum. Böyle konular için ne kendime güveniyorum ne de yeterince olgunluğa eriştiğimi düşünüyorum. Vazgeç sen de bu sevdadan. Ben öyle sizin gibi de tiriplere falan da gelemem biliyorsun. Benim aşk duygumdan daha çok düşünmem gereken şeylerim var. Her şeyin bir zamanının olduğuna inanıyorum. Açmayalım bu konuyu bir daha. Sen de Burak’la giden ilişkine bak, arkadaşlarını falan karıştırma. Hadi geç kaldık derse. Azar işitmek istemiyorum.
Çocuk gibi yanaklarını şişirip ufladıktan sonra sınıfa girdik.
Okul çıkışı annemi aradım, açmadı. Ben de çok üstelemedim ve okuldan çıktım. O sırada kolumdan biri tuttu.
-Kızım seni çağırıyorum iki saattir. Nereye daldın öyle?
Soruyu yönelten Cemre’ye döndüm.
-Hiç,annemi düşünüyordum.
-Niye, ne oldu?
Cemre ailemle ilgili çok bir şey bilmiyordu. Sadece annemle yaşamadığımı ve anneannemle birlikte kaldığımı biliyordu. Babamın da öldüğünü söylemiştim ona. Fazlasını bilmiyordu, bilmesine gerek de yoktu zaten.
-Boş ver ya. Önemli bir şey değil, dedim.
- Olga ya, hadi bir şeyler yapalım dışarıda, çok sıkıldım.
Saatime baktım.
-Ne yapalım? diye sordum.
-Uf işte ne bileyim, dışarı çıkalım, gezelim. Hem belki Burak da gelir, beni yalnız bırakma lütfen.
-Sizin beraber olacağınız yerde ben sap gibi ne yapayım Cemre saçmalama istersen.
-Uf kızım ya, 40 yılda bir bir şey istedik, onu da yapmıyorsun. O sonradan gelir. Hem seninle uzun zamandır hiçbir şey yapmıyoruz birlikte. Seninle takılmak içi kızları bırakıp geldim yanına. Hadi Olga’m pıliiss..
O şapşal suratına gözlerimi devirerek kabul ettim teklifini.
Sahile gittik ve yürümeye başladık. Önce bir kağıt helvacı gördük, kağıt helva aldık. Sonra bir pamuk şekerci gördük, pamuk şeker aldık. Ondan sonra da bir dondurmacı gördük ve bilin bakalım ne yaptık? Evet, bildiniz; dondurma aldık. Hepsine cemre ısrar etti ve hepsini Cemre ısrar ettiği için zorla yedim. Midem allak bullak olmuştu ama saçma bir şekilde eğleniyorduk. Bir banka geçip oturduk. O sırada Cemre Burak’a konum attı. Burak çok ısrar etmiş bunun için. Çok sürmeden gelmişti, yanında bir arkadaşıyla daha. Cemre’ye baktım, pis pis sırıtıyordu. Anlamalıydım zaten. Burak Cemre’nin yanına geçti ve kolunu sevgilisinin omzuna attı. Dünden kavgalı oldukları için Cemre başta biraz tirip attıysa da dayanamadı ve çok sürmeden eski hallerine döndüler. Sonra Burak bana döndü ve
-Bu arada tanıştırmayı unuttum Olga, bu Ali, arkadaşım. Bu da Olga, Cemre’nin arkadaşı. Buraya gelmeden önce beraber takılıyorduk, ısrar ettim o da geldi.
Ali ile tokalaştık, bana gülümsedi. Ben de gülümsedim ama çok sıcak olmamaya çalışıyordum, yanlış şeyler düşünüp ümitlendirmek istemiyordum. Aslında iyi bir çocuğa benziyordu, yakışıklıydı da ama bu konuda kararımı vermiştim. Cemre bana ‘pas versene çocuğa’ bakışını yollarken ben de ona ‘daha sabah konuştuk cemre, bu konuyu kapatmıştık cemre, daha ne uzatıyorsun cemre’ bakışlarımı sırasıyla gönderdim. Çok şükür ki o sırada telefonuma mesaj gelmişti, annemden. ‘’Canım yeni gördüm aradığını. E hani, gelmiyor musun ziyaretime?’’ Yüzüme bir gülümseme oturdu. Telefonumu çantama atıp ayağa kalktım.
-Şey, ben gidiyorum. Size iyi eğlenceler
-Nereye kızım ya, sıkıldın mı yoksa?
-Annemin yanına gidiyorum Cemre, ondan mesaj aldım.
-Tamam, yarın görüşürüz o zaman.
Kafamı salladım. Tam gidiyorken Ali de kalktı ve,
-Olga, istersen ben bırakabilirim seni, dedi. Cemre sevinmişti bu duruma sırıtan suratından belliydi.
-Yok, hayır teşekkür ederim ama yalnız gitmeyi tercih ederim. Ama teklifin için sağ ol. Haydi görüşürüz, diyerek hepsine el salladım ve daha Ali’nin devam niteliğinde ısrarlarına müsaade etmeden hızla arkamı dönüp aynı hızla yürümeye başladım. Annemi çok özlemiştim, tek düşündüğüm oydu.
Annemin evine geldiğimde annem kapıyı ilk çalışta açmıştı. Onu karşımda görünce gülümsedim. Üzerinde askılı kısa bir elbise vardı. Beni görünce o da gülümsedi ve sarıldı.
-Hoş geldin canım, geç içeri.
diyerek içeri aldı beni. Koltuğa geçtiğimde içeride birinin daha olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Banyodan sesler geliyordu. Bu duruma tabi ki de çok rahatsız olmuştum. İçimden bir anlığına gelmemiş olmayı diledim. Annem elinde bir meyve suyu bardağıyla yanıma geldi ve oturdu. Bardağı bana uzattı. Annem çok güzel bir kadındın. Bir erkeğin arzulayabileceği kadar güzel. Gençti de. Hayatından memnundu, yani hiç değilse öyle görünüyordu. Belki de ben olmasaydım daha rahat bir hayat sürebilirdi. Bu düşünce her ne kadar içimi yaksa da ben annemi seviyordum ve onu haftada yalnızca birkaç saat bile görebiliyor olmam bana yetiyordu. Ya da kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Ya annemi babam gibi hiç görmemiş olsaydı, o zaman ne yapardım? Annesiz büyümek, bu da en az babasız büyümek kadar kötü olurdu. Belki de ondan bile kötü. Her ne kadar annemin yaptığı şeyleri sevmesem de o benim annemdi. Ona asla sırtımı dönemezdim. Bunu ondan önce kendime yapamazdım. Elimdekilerin değerini bilmeyi öğreneli uzun zaman oluyordu. Benim değerini bilmeye çalıştıklarım her ne kadar alışılamayacak şeyler olduysa da kendimi buna alıştırmaya zorladım, hala zorluyorum.
-Eee, nasılsın kızım, nasıl geçti günün?
Düşüncelerimden annemin sorduğu soru sayesinde sıyrılabilmiştim. Annem çok normal bir anne kız ilişkimiz varmış gibi benimle sohbet etmeye çalışıyordu. Zorlandığını görebiliyordum ama bunu belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Kendini bu kadar kasmasını hiç istemezdim. Gülümsedim ve bir yudum meyve suyundan aldıktan sonra cevapladım.
-İyiyim anne, sadece seni özledim. Sen nasılsın?
Gülümsedi. O sırada içerde bulunan adam kapıda belirdi, yarı çıplak bir halde. Midem kalkmıştı gerçekten. O tarafa bakmamaya çalışıyordum.
-Sevgi’ciğim, beni kızınla tanıştırmayacak mısın?
Adam pis bakışlarını bana yöneltirken huzursuz oldum. Annem de bunu anlamış olacaktı ki ayağa kalktı ve
-Buna gerek yok Taner! Kızımdan uzak tut gözlerini. O gelene kadar gidebileceğini söylemiştin. Şimdi biraz acele et de ben de misafirimle ilgilenebileyim.
Dedi. Kendimi gerçekten çok kötü hissediyordum. Daha nasıl açıklayabilirdim ki bu durumu? Keşke biraz daha yavaş yürüseydim, belki bu sahneye şahit olmak zorunda kalmayacaktı gözlerim. Annemi görebilecek olmamın heyecanıyla koştur koştur gelmiştim.
Adam son kez bir anneme bir de bana bakıp odadan çıktı. 5 dakika sonra üzeri tamamen giyinik bir halde tekrar içeri girdi ve masaya bir şey bırakıp çıktı. Midemin bulanmasını engelleyemedim, daha ne kadar bulanabilirdi acaba. Böyle bir anneye sahip olmayı gerçekten hiç istemezdik ama hayatta hiçbir şeyi biz seçemiyorduk değil mi?
-Aç mısın Olga, bir şeyler hazırlayayım mı senin için?
Annemin sorusuyla ona döndüm.
-Hayır anne, aç değilim. Sadece seninle biraz oturup sohbet etmek istiyorum.
Gülümsedi ve bana sarıldı.
-Peki canım, sen nasıl istersen. Eee anlat bakalım
Aslında annemle paylaşabileceğim hiçbir şey yoktu hayatımda. Sürekli aynı şeyleri yaptığım monoton bir hayata sahiptim.
-Seni özledim, dedim bir şey bulamayarak.
-Canım benim, ben de seni çok özledim, dedi biraz daha sıkı sarılarak.
-Anneannen ne yapıyor?
-İyi. Büyük ihtimal gününün yarısı seni özleyerek geçiyordur. Biliyorsun duygularını pek belli etmez, dedim ve gözlerine bakarak
-senin gibi.. diye ekledim. Buruk bir şekilde gülümsedi.
-Ve senin gibi.
Bu söylediğine gülmüştüm. Başımı göğsüne yasladım.
-Arkadaş çevren nasıl peki, var mı erkek arkadaşın?
Diye sordu merakla. Bu sorusuna da gülmüştüm ama bu seferki biraz daha histerikti. Başımı olumsuz anlamda salladım.
-Hayır, bir erkek arkadaşım yok.
Dedim anneme. Erkeklere pek güvenmiyordum ve bir erkek arkadaşım olmasını istemiyordum. Hayatta bundan daha büyük sorunlarım vardı gerçekten.
-Anne, diyerek anneme en samimi ve duygulu halimle baktım.
-Aslında, ben, babamı merak ediyorum.
Aniden değişen suret ifadesine baktım. Yüzündeki gülümseme kaybolmuş, yerini koca bir ifadesizlik bırakmıştı.
-Onun hakkında bilmem gereken hiç mi bir şey yok?
Dalgın halinden sıyrılıp bana baktı.
-yok, hiçbir şey yok. Şimdiye kadar böyle bir soru hiç sormamıştın. Şimdi mi geldi aklına? Bu şeyleri düşünüp de aklını bulandırma.
Hayretler içinde anneme baktım.
-Nasıl düşünmeyeyim anne? Şimdiye kadar böyle bir soru sormamış olmam babamı merak etmediğim anlamına gelmez. Bu benim her zaman içimde olan bir şeydi zaten, neden anlamak istemiyorsun? Babasız yaşamak ve babanın kim olduğunu bilmeden yaşamak gerçekten çok kötü bir şey, bunu sana anlatamam. Bakabileceğim tek bir fotoğrafı bile yok. Adını bilmiyorum, yüzünü bilmiyorum, şu an nerede ne yapıyor bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Sence babamı görmek, bilmek hakkım değil mi? Onun hakkında benimle paylaşabileceğin küçük de olsa bir şeyler olmalı anne. Bunu bana çok görme lütfen.
Sessizliğine devam etti. Sakin kalmaya çalışıyordu. Daha çok hayretler içinde kalarak ona baktım ve devam ettim.
-Yoksa,
Yutkundum.
-Onun kim olduğunu sen de mi bilmiyorsun?
Sorumla birlikte aniden ayağa kalktı.
-Haddini aşıyorsun Olga. Sana bu konuda yapmam gereken hiçbir açıklama olduğunu düşünmüyorum. Bana bu konu hakkında hiçbir şey sorma.
Dedi ve o sinirli haliyle banyoya girdi. Gözümden sessizce akan yaşlarla birlikte ayağa kalktım ve bu acının içimi daha çok kanatmasına izin vererek evden ayrıldım. Bu kadar zor olmamalıydı. Babamın kim olduğunu bana söylemeliydi. Onu benden saklamaya hakkı yoktu. Acaba gerçekten o da mı bilmiyordu? Kızına verebilecek bir cevabı olmadığı için mi bu kadar tepki gösteriyordu?Bu düşünce zaten akan gözyaşlarımın artmasına sebep olmuştu. Buğudan önümü bile göremiyordum.
Etrafımdaki insanlar bana bakıyordu, aldırmadım. Aldıracak gücü kendimde bulamıyordum zaten. Nereye gittiğimden habersizce yürüyordum. Ne zamandır içimde biriktirdiğim acıları bir nebze de olsa akıtıp rahatlamalıydım. Çok sürmeden kendimi bir çocuk parkına gelmiş olarak buldum. Bir banka oturdum. Yavaş yavaş dağılan çocuklara baktım. Hava karardığı için aileleri çağırıyordu onları. Başımı geri yasladım ve ağlamaya devam ederek gökyüzüne baktım. Keşke böyle bir hayatım olmasaydı. Bunu söylemeyi gerçekten hiç istemezdim ama bu bilinmemezlik ve bu çaresizlik içinde yüzdükçe isyanım beni bu cümleye doğru sürüklüyordu. Keşke babamın kim olduğunu bilebilseydim. Ölmüş olsaydı ama bilinmez olmasaydı. Dünyaya bir piç olarak gelmek kimsenin istemeyeceği kadar ağır bir şeydi.
Yarım saat daha ağladıktan sonra tamamen boşalan parka bir göz attım. Artık akmayı kesmiş olan gözyaşlarımın yanağımda bıraktığı ıslaklığı elimle sildikten sonra bir salıncağa geçtim ve oturdum. Ağlamaktan gözlerim şişmişti ve onlarla birlikte burnum ve dudaklarım. Çantamdan suyumu çıkarıp son yudumlarını içtim. Şimdi biraz daha iyi hissediyordum. Suyu çantama geri attıktan sonra salıncağın sağ ipine başımı yasladım. Yere bakarak ayaklarım yardımıyla hafifçe sallanıyordum. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama yolun kenarında beyaz bir araç durdu. Aldırmadım. Ama arabadan inen kişi karşımda dikilince konu beni alakadar ediyordu artık.
-Oooo, sizleri burada görmek şaşırttı beni küçük hanım. Ben senin gibi birini daha elit mekanlarda takılır diye hayal ediyordum. Hem bu saatte senin de annen gibi işte olman gerekmiyor muydu?
Bu oydu, annemin evindeki adam. Nerden bulmuştu beni? İğrenerek suratına baktım. Söyleyecek hiçbir şey bulamamıştım tiksinir yüz ifademden başka.
-İstersen seni gideceğin yere kadar bırakabilirim.
Yüzündeki o iğrenç gülüşüyle cevap bekleyerek bana baktı. Midemin kasılmasına ve bulantımın giderek artmasına engel olamıyordum. Korku hızla tüm damarlarıma nüfus etmeye başlamıştı bile. Ona cevap verme gereği bile duymadan hızla ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Ama daha iki adım atamadan kolumu sertçe tutmasıyla olduğum yerde kaldım.
-Hoop. Nereye güzel bayan? Daha konuşacak çok şeyimiz olduğuna inanıyorum ben. Hem benim gibi performans kalitesi yüksek bir adam bulamazsın kolay kolay.
İşte şimdi gerçekten korkmaya başlamıştım. Dizlerim titriyordu. Bu adam beni ne zannediyordu böyle? Çaresizce çırpınmaya başladım.
-Bırak beni hayvan herif! Debeleniyordum ama kolumu ondan bir türlü kurtaramamıştım.
-Ne oluyor sana küçük piç! Ne bu tavırlar bu hareketler? Kendinine sanıyorsun sen, kraliçe falan mı?
-Ne diyorsun sen be, alçak herif! Hemen bırak beni yoksa çığlık atarım.
Adam gerçekten sinirlenmişti. İki kolumu da tutarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Korkudan geberiyordum.
-Bana bak orospu! Adam gibi geldik yanına, düzgün bir şey sorduk. Hemen de namuslu kız ayaklarına yatıyorsun. Anneni altına alanların mı altına girmiyorsun yoksa tipimizi mi beğendiremedik sana?
Adamın dedikleriyle midemi kaldıramayacak raddeye gelmiştim. Başım dönüyordu. Yüzümün sapsarı kesildiğine emindim. Korkum son raddeye tırmanmıştı. Kalan son gücümle adama çemkirmeye başladım.
-Bırak beni! Ne sanıyorsun sen beni şerefsiz adi köpek! Gebe-
Ben daha bedduamı bitiremeden adam
-Eeeehh! diye bağırdı ve ben daha ne olduğunu anlamadan suratıma inen ağır tokatla kendimi yerde buldum. Dudağım patlamıştı ve çok kötü acıyordu. İnledim. Suratıma inen tokatınşokunu atlatamadan caddeden bir polis siren sesi duyuldu. Başımı hemen o yöne çevirdim.
-İmdaat, diye bağırmaya çalışsam da sesim sadece bir vızıltı gibi çıkmıştı. Ağlıyordum zaten. Adamsa polis arabasını görünce son kez küfür edip çekip gitti. Ben de olduğum yerde ağlamaya devam ettim. Bir süre sonra yanıma yaklaşan ayak sesleriyle irkildim ve başımı kaldırdım. Korkum tekrar alevlenirken yanıma yaklaşanın yirmili yaşlarının başında genç bir kız olduğunu fark ettim. Eğildi ve sırtımı sıvazladı.
-İyi misin?
Sorusuyla birlikte oturduğum yerde dikleştim ve yerden destek aldığım ellerimi temizleyerek gözyaşlarımı sildim. Kızın yüzüne baktım. Genç ve güzeldi. Teni pürüzsüz görünüyordu. Saçlarının hafif kızıla çalan rengi sokak lambasının altında parlıyordu resmen. Bir an kızın güzelliğine imrenmeden edemedim. Burnumu çekip cevap verdim.
-Sanırım.
Korumdan tuttu be beni ayağa kaldırdı. Ağlamaktan ağıran başım ayağa kalkmamla dönmüştü. Kız beni daha sıkı tuttu ve bir banka oturttu.
-Bekle burada, hemen geliyorum.
Bir şey dememe fırsat bile vermeden hızla uzaklaştı ve çok geçmeden elinde bir şişe su ve bir paket selpakla geri döndü. Gerçekten çok hızlı koşmuştu.
-Al iç bakalım, rahatlarsın.
Bana uzattığı suyu aldım ve birkaç küçük yudum içtim. Teşekkür edip geri verdim. Kız iyi olduğumdan emin olunca yanıma oturdu ve elindeki peçeteyi az önce içtiğim suyla ıslatarak dudağımı silmeye başladı. İlk önce duyduğum sızıyla inledim ve irkildim ancak bana yardım etmeye çalışan bir kızı zor durumda bırakmak da istemiyordum. Bu yüzden dişimi sıktım. İşi bitince peçeteyi birkaç metre uzağımızda duran çöp kutusuna fırlattı.
-Daha iyi misin?
Çok garipti. Yoldan geçen bir kız gelmiş, tacize uğrayan bir kıza çok normal bir şeymiş ve aslında hiçbir şey yokmuş gibi yardım ediyordu. Öncenden tanışıyormuşuz gibi rahattı.
-Evet, teşekkür ederim.
Dedim eğik başımı kaldırarak. Kıza tekrar baktım. Hiç gülmüyordu ama sert de değildi. Öyle ifadesizce suratıma bakıyordu.
-Neler olduğunu sormak istemiyorum aslında ama anlatmak istersen dinlerim.
dedi emin bir şekilde. İstemsiz bir şekilde iç çektim. Anlatmak isteyeceğimi pek zannetmiyordum. Sessizlik hakkımı kullandım. O da bunu anlamış olacaktı ki hiçbir şey söylemedi. Bir süre öylece oturduk.
-Nerede oturuyorsun? Buraya ne kadar mesafede? diye bir soru yöneltti sessizliği bozarak.
-Yarım saatlik yürüme mesafesinde, dedim. ‘Anladım’ anlamında başını sallayarak
-Tamam. Haydi kalk seni evine bırakayım.
dedi. Israr etmedim. Normalde olsa bunu kabul etmezdim ama çok yorgundum ve bu kız güvenebileceğim birine de benziyordu. Peşine düştüm. Biraz ileride bir kafeye gelmiştik. Dışarıda oturan bir grup vardı ve yanımdaki kız o gruba seslendi içeri girmeden.
-Şşş, yavşak. Anahtarları yolla, 15 dakika işim var.
Yedi kişi sayabildiğim grubun içinden sarışın olanı cebinden anahtarı çıkardı ve kıza attı. Kız anahtarı ustalıkla yakaladı. Gruba baktım. Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Açıkçası rahatsız olmuştum. Kız bana başıyla ‘haydi’ işareti yaptıktan sonra karşı kaldırımın yanına park edilmiş arabaya doğru ilerledik. Ev adresimi de söyledikten sonra büyük bir beceriyle arabayı sürmeye başladı. Bir süre arabada hakim olan sessizliği daha fazla dayanamayarak bozdum.
-Adın ne?
Sorumu sorduktan 4-5 saniye sonra bana bakmadan cevap verdi.
-Gümüş.
Mutlu sayılmayacak bir gülümseme geçti dudaklarımdan. Adını beğenmiştim.
-Güzel ismin varmış. Benim de Olga.
dedim adımı sormamış olsa da. Komik bir şey söylemişim gibi güldü. Söylemeseymişim de olurmuş gibi. Evime geldiğimde arabadan inmeden önce ona döndüm.
-Teşekkür ederim Gümüş abla. Sen olmasaydın ne yapardım hiç bilmiyorum.
‘Ah, hayır, olamaz’ der gibi başını arkaya yasladı ve iki yana salladı. Ne olmuştu şimdi? Bana döndü ve
-Gümüş. Sadece Gümüş. Abla yok.
dedi. Şaşırmıştım. Sadece, benden büyür diye abla demiştim. Yine de çok takmadım. Kendini yaşlı hissediyor olabilirdi.
-Peki, Gümüş. Tekrar teşekkür ederim öyleyse. İyi geceler.
diyerek arabadan indim ve bina kapısına geldim. Araba uzaklaştıktan sonra da eve çıktım. Anahtarlarım yanımda olduğu için kapıyı çalmadım. İçeri girdiğimde oturma odasının ışığı yanıyordu. Anneannem oturmada yoktu. Işığı kapattım ve anneanneme bakmak için odasına geçtim. Uyuyordu. Onu öyle görünce gülümsedim ve ışığı sessizce kapatıp çıktım. Kendi odama yöneldim. Çantamı çıkarıp köşeye attım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Hala etki altındaydım sanki. Hemen üzerimi çıkarıp bir duş aldım. Üzerime rahat bir şeyler geçirdim ve yara olmuş dudağıma bir merhem sürdükten sonra güven vermesi için yastığıma sıkıca sarılarak uyudum.
<GÜMÜŞ>
Olga’yı bıraktıktan sonra çocukların yanına, mekana geri döndüm. Arabayı aldığım yere park ettim ve arkadaşların yanına gittim. Anahtarları aldığım gibi Kerem’e fırlattım.
-Selam gençlik,
diyerek sandalyeyi ters çevirdim ve masaya oturdum. Herkes kendi halinde takılıyordu. Bazen birlikte toplanır, senelerce yaptığımız gibi sohbet muhabbet ederdik. Hepimizin arkadaşlığı çocukluktan kalmaydı ve bozulmayacak cinstendi. Çoğu zaman bu şehirde birlikte aldığımız evde beraber kalıyorduk. Kimimizin ailesi yanımızdaydı, kimisi burada gurbette yaşıyordu. Hepimiz aynı okulda okumuştuk, şimdi kendi işlerimizle uğraşıyorduk. Genelde çoğumuz spor yapıyorduk. Hepimizin çeşitli branşları vardı. 7 kişiydik. Ben, Derin, Aslı, Özdemir, Kerem, Rüzgar ve Kıvanç. Kerem, aslında olmasa da yavşağın tekiydi. Genelde ona bu şekilde seslenirdik. Nerde komik ve salakça şeyler var, altından bu salak çıkardı. Rüzgar da Tatar’dı. Gözleri çekikti ve bu yüzden biz ona ‘Koreli’ diye seslenirdik genelde. O biraz duygusaldı. Belli etmezdi ama aramızdaki en duygusal piçti. Özdemir’se benim gibiydi. Duygularını belli etmeyi sevmeyen, ne komiklik ne duygusallık yapan, laubalilikten hoşlanmayan bir tip işte. Komiklik yapmadığını söylediysem Kerem gibi olur olmadık yerlerde yapmaz yani. Grubumuzun her üyesi yeri geldiğinde dibine kadar bilirdi. Kıvanç’tan sonra kendime en yakın Özdemir’i buluyordum. Çünkü Kıvanç da hemen hemen Özdemir gibiydi. O da sertti, soğuk bir tipti. Tanımadığı ve herhangi bir duygu beslemediğine tabi. Arkadaş ilişkileri onun için çok önemliydi, öl desek bizim için ölürdü. Gerçi onu kime söylesek yapardı buradan o ayrı meseleydi. Aslı da kendi halinde, herkese ve her ortama ayak uydurabilecek kafa kızlardandı. Derin ise Aslı’ya oranla biraz daha neşeliydi. O da En az Kerem gibi eğlenmeyi severdi ama ondan daha olgundu tabi. Ben de hemen hemen Özdemir gibiydim. Bazen aşırı kaçan ağırlığım yüzünden arada bana ‘abi’ diye seslendikleri bile olurdu. Bu grubu gerçekten çok seviyordum.
-Gümüş, ne oldu anlatsana.
Bana bu soruyu yönelten Kıvanç’a baktım. Eh, bir zahmet sorsun zaten.
-Abi kızı bayağı hırpalamış pezevenk. Yanına gittiğimde kız perişandı görmeniz lazım. Su falan aldım, dudağı patlamıştı onu temizledim. Sonra da eve bıraktım zaten biliyorsunuz. Sordum ama bir şey de anlatmadı.
Kıvanç anladığını belli edercesine kafasını salladı. Kıvanç bu kızı kafaya bir yıl kadar önce takmıştı. Aslında tam olarak takmak da denemezdi. Bir mevzu vardı ve araştırıyordu. Ailesiyle ilgili bir mesele. Kıvanç Olga’yı bulmadan ona kin besliyordu ama bir süre sonra kini yavaş yavaş azalmıştı. Kızın hali ona acımasını sağlamıştı sadece. Ve bu kız bir süre sonra Kıvanç’a takıntı haline gelmişti. Şimdi de bu kızla ilgileniyor gibiydi. Bizim fazla kafaya taktığımız bir şey değildi aslında bu konu. O ne yaparsa bir bildiği vardı ve çok fazla kurcalamıyorduk. Biz birbirimize sadık, saygılı ve sonuna kadar gözü kapalı güvenen dostlardık.
-Lan yavşak!
Özdemir Kerem’in ensesine patlattı ve Kerem de canının yandığını belli eder bir şekilde bağırdı. Aslında anırdı desek daha doğru olurdu.
-Oğlum ne diye mesaj atıyorsun ulan benim hesabımdan kızlara!
Kerem başını ovuştururken cevap verdi.
-Haa, değiştirmedim mi ben hesabı ya?
-Ulan var ya, en sonunda vereceğim bi yerlerini eline o olacak. Bilerek yaptın değil mi ulan, yavşak!
Kerem, biraz sinsilik biraz da korku barındıran bir edayla cevap verdi.
-Oğlum, yapalım işte sana birini. Hep free takılmak nedir ya. Erkekliğini yaşa biraz. Takacaksın koluna bir tane yenge, bak o zaman nasıl da kuzuya dönüyorsun.
-Lan dua et yorgunum. Acımazdım şurada alırdım ayaklarımın altına seni.
Ben, Rüzgar ve derin bu duruma gülerken Kıvanç
-Oğlum sokma sen de şu burnunu sürekli başkalarının işine. En sonunda kalacaksın Özdemir’in altında, elimi kaldırmam haberin olsun.
Dedi. Aslıysa bu duruma pek gülmüyordu hatta sinir olmuştu.
-Ben kalkıyorum gençler, işim var evde.
Diyerek ayaklandı Aslı. Suratı düşmüştü Kerem’in bu yaptığına. Kıskanmıştı çünkü Özdemir’den hoşlanıyordu. Bu durumu sadece Derin ve ben biliyorduk. Kaç kere söyledik ona duygularını Özdemir’e anlatması konusunda ama bizi dinlememişti. Korkuyordu.
-Beraber geçerdik işte eve, niye acele ediyorsun ki şimdi?
Diye sordu Rüzgar.
-Sıkıldım ben burada, eve geçsem daha iyi olur.
Aslı Rüzgar’ı cevapladıktan sonra Derin de kalktı ve bana dönerek
-Haydi o zaman Gümüş, biz de kalkalım Aslı’yla. Oğlanlar da kendi arabalarıyla gelirler.
dedi. ‘’Tamam’’, dedim ve erkeklerle vedalaştıktan sonra onların bir şey anlamayan bakışlarından sıyrılarak hep beraber kaldığımız eve doğru yola çıktık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sana Değer
RomanceBizleri hayata neler bağlar? Güzel bir ilişkiniz vardır, arkadaş çevreniz iyidir. Hayatın ebesine girebilecek kadar hayattan zevk alabiliyorsunuzdur, güzel bir de aileye sahipsinizdir. Sizi siz yapabilecek bunun gibi temel ihtiyaçlar. Peki, sizi hay...