ü ç

45 10 2
                                    

Rin Len'le konuştuktan sonra bir süredir atı Josephine ile dolaşıyordu. Hava sıcaktı ve samyeli rüzgarı vardı. Esen hafif rüzgar Rin'in saçlarını uçuştururken teninde ki ipeksi hisle gülümsedi. Yine aklına Len gelmişti. Attığı her adımda onun emeği vardı. Şampuanından tutun ayakkabısına kadar.

Bir çayıra geldiğinde Kraliçelere yakışmayacak bir şekilde aşağı zıpladı. Neyse ki üstünde sarı pantolonu ve sarı gömleği vardı.
Sapsarı çiçeklerin olduğu çayırda yavaşça ilerlerken uzun kahverengi botunun çiçekleri ezerken çıkardığı ses hoşuna gitmişti. Şuan kafasını hastalıklı hisler kaplamıştı. Ezdiği çiçeklerin ona yalvardığını düşlüyor yavaş yavaş gülüyordu. Tıpkı biraz ekmek ve su için her şeylerini vermeye hazır halkını hatırlatıyorlardı.

İstemsizce dudakları kıvrılırken yanındakileri umursamadan kendini yere attı ve masmavi gökyüzünü izlemeye koyuldu. Mavi... Gözlerini yumdu ve sağa doğru döndü. Korumalarının onu görmemesi için gerçekleştirdiği bu hareket sonrası heyecanlandırdığını belli eden bir kaç mimik yaptı.

Sarı ile mavinin uyumunu düşünürken, aklına mavi ülke gelmişti. Daha doğrusu mavi ülkenin yakışıklı prensi Kaito. Kaito'yu katıldığı toplantılar ve balolar sayesinde tanıyordu. Onu kendine benzetmişti. Acımasız, kararlı ve dik duruşları  ilk dikkatini çekmişti Rin'in. Beraber bulundukları ortamda Rin'e olan saygısını belirtirdi. Bu Rin için önemliydi. Rin onun tavırlarına hayran oluyordu.

Hülyalı düşüncelere dalmış gitmişken, ' Acaba Kaito da baloya katılır mı?' sorusu geçiyordu aklından. Tabi katılacak dedi kendi kendine. Sonuçta o çok güçlü bir krallığı yönetiyordu. Tüm ülkeler kendilerini yakınlaşmak, iyi ilişkiler kurmak isterken o kaçmazdı değil mi?

Kendi sorularını sorup cevaplaması bir süre daha sürdü. Kaito'yu göreceği için heyecanlıydı. Ama daha heyecanlı olduğu bir şey vardı, yeşil ülkeyi çökertmek...

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Len sarayın bahçesinde oturmuş Rin'in gelmesini bekliyordu. Normalde bu kadar uzun kalmıyordu. Başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Saçmalama dedi kendi kendine Len. O Rin'di. Kendisini korumayı bilirdi. O zeki, güçlü ve sevimli bir savaşçıydı. Tamam belki herkes Rin'i sevimli bulmayabilirdi, ancak Len'e göre sevimliliğin dibine vurmuş muhteşem bir kadındı.

Az önce Meclis üyelerinin getirdiği fikirlerdeki kayda değer olanları ayırmış. Hakkında uzunca  düşünmüş ve araştırmıştı. Bunları Rin'e sunduktan sonra yapılması gerekenleri yapacaklardı.

Aklı Meclis'teki kadının söylediği isyankarlara takıldı Len'in. Bunun olmasını Rin tahta geçmeden beri tahmin ediyordu. Onu iyi tanıyordu. Bu yönetim biçimi doğal olarak böyle sonuçlara yer buluyordu. Onları nasıl bastırırdı bilmek bile istemiyordu Len. Bazen insanlara acıyordu. Ama Rin mutluysa Len'de mutluydu.

Az sonra atların sesleri duyulduğunda Len çiçekleri suluyordu. Bahçeye çay masası kurulmuştu. Rin ve Len çay içmeye bayılırdı. Aslında başlarda Rin bu kadar çay içmezdi. Ancak Len sayesinde bir alışkanlık olmuştu.

Rin atı Josephine'den inerken bahçeye baktı. Beyaza boyanmış ağaçtan yapılma çardağın etrafı sarı çiçeklerle donatılmıştı. Büyük çardağın ortasında bulunan masanın üzerine sarı örtü örtülmüştü. Örtünün üzerinde duran porselen takımlar Rin'in favorisiydi. Yan tarafta duran Len saçlarını siyah şık bir kurdeleyle toplamış, kuyruğu rüzgarda aheste aheste savruluyordu. Önünde ki çiçekleri sulamayı bıraktı. Rin'e döndü gülümserken gözleri kısıldı, yere doğru eğildi.

Rin önünde ki bahçenin her tarafına dağılan patikada ilerleyerek çardağa ulaştı. Rahat minderlerle kaplı oturma yerlerine oturdu.

Rin yavaşca etrafı izlerken korumalar çardakta onu ve Len'i izliyordu. O sırada genç kraliçenin gözü ona dikkatli ve şevkatle bakan bir korumaya takıldı kaşları istemsizce çatılırken bu saygısızlığın nedenini merak etti. Bu sırada korumanın suratı şekilden şekle giriyordu. Tam bir şeyler diyecekken Len sahte bir öksürük krizine girdi ve insanı delercesine bakan mavi gözleri kendinden sonra en çok sevdiği insana döndü genç kraliçenin. Önündeki fincandan küçük bir yudum alırken sessizliğini korudu.

Len konuşacağı önemli konular sebebiyle vücudunu korumalara çevirirken özellikle  birine dikkatle bakarak gitmelerini işaret etti. Aklının köşesine ise bir isim daha eklemişti. Yavaşça Rin'e doğru  dönerken narin görünen kızın önüne bir kaç kağıt itti. Ikisinde suratı istemsizce buruşurken Rin belli belirsiz homurdandı cidden bu tür şeyler onun erken yaşlanmasına sebep olacaktı. Daha 18 yaşındaydı ve uğraştığı işler diğer arkadaşlarının işlerinin yanından bile geçmezdi. Onlar nezaket dersleri görürken Rin savaştaydı. Onlar balolar, çay partileri ile uğraşırken Rin krallarla politika yapıyor ülkesini nasıl daha iyiye getirebilir servetini basıl katlayabilir bunu düşünüyordu. Genç Prensesler prenslerini düşünüp mesud bir şekilde gezinirken, Rin dünyaya hükmettiğini düşlüyordu. Rin farklıydı ve bundan her şeye rağmen memnundu.

Yaklaşık iki buçuk saat boyunca yarım kalan toplantıyı tamamlamaya çalıştılar ancak her zamanki gibi sorunların ardı arkası kesilmediği için yine yarım bırakarak bu olayı daha sonraya ertelediler. Zaten şimdilik asıl sorunları halletmiş sayılırlardı.

Derin bir sessizlik ardından yemek vakti bahanesi ile ikiside saraya doğru yol aldı. 2 gün sonra balo vardı ve ikisininde yapması gereken işler vardı.

~~~~~~~~~~~~~

İki gün sonra^.^

Len Rin'in saçında tarağı son kez gezdirdikten sonra incilerle bezenmiş  tokayı saçına geçirdi. Gülümseyerek ayakkabılarını giydirmek üzere geri çekildi. Hafif topuklu siyah ayakkabıları yumuşak tenine geçirdi. Rin'in elini tuttu ve oturduğu aynalı masanın pufundan kaldırdı. Elini bırakmadı ve Rin'i kendi etrafında döndürdü.Her zaman ki gibi muhteşem görünüyordu. Rin'in gülümsemesi görüntüyü daha da öteye taşıdı. Len içindekini döktü.

"Muhteşem oldu Prensesim." Rin'in yanakları hafif kızarmıştı. Len'in önünde eteklerini tutarak eğildi. Kıkırdadı.

"Biliyorum." Dedi ve eteklerini tutarak etrafında döndü. Len;

"Eh bir dans etsek mi Prenses?"

"Neden olmasın?"

Len Rin'in önünde eğildi. Elini tuttu.

Şarkıya girerler~

Keyifli bir şekilde baharın gelişini öten kuşlarla beraber söyledim.

Sesin çok güzel demiştin bana,

Ve yalnızca bu sözler bile beni mutlu etmeye yetti.

Eğer bir gün bu güzel sese sahip olamazsam,

O zaman bile beni sever misin?

Elbette dedin nazikçe gülümseyerek,

Büyük elin yanağımı okşarken.

Sonraki gün ve sonraki günlerde,

Bıkıp usanmadan çalıştım.

Senin hayatının kısa ömürlü son bahar yaprakları gibi,

Ölüp gitmesine izin veremem...

Len sesini alçaltarak şarkıyı bitirirken Rin'in elini öpüp onunla beraber baloya gitmek üzere kapıdan çıktılar.

Hikayemizin baş karakterleri, olacaklardan habersiz yürürken her taraftan gözlendikleri aç kurtların farkına varmamışlardı. Bu duruma elbet uyunacaklardı. Fakat ya çok geç olursa? Ya o zaman ne olacaktı?


Şeytanın KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin