Güzel bir kahvaltı ve hoş bir sohbetin ardından Buğlem'in yetişmesi gereken bir yer vardı. Buraları pek bilmediğimden yine gideceği yeri de bilmiyordum. Yine de onu bırakabileceğimi söyledim ve teklifimi geri çevirmedi. Birlikte masadan kalktık, o çıkışa doğru ben ise kasaya doğru ilerledim. Hesabı ödedikten sonra ben de arabaya yerleştim. Emniyet kemerini takması konusunda ısrarcı olmama rağmen bunu kabul etmedi. ''Sen takmazsan ben de takmam bak.'' diye uyardım fakat pekte oralı olmadı. Ben de takmadım.
Takmak istemeyeceğini tahmin etmiştim. Onu ondan iyi tanıyordum. Hız tutkunuydu. Kestirme yol açık olsa da orayı tercih etmedim. Biraz hız yapmanın onu neşelendireceğini düşünerek otoyola çıktım. Hesaplamadığım bir şey vardı ki; otoyolda seyahat eden tırlar...
Büyük bir tırın aniden önüme çıkmasıyla direksiyonu toparlayamadım. Direksiyonu kontrol altına almaya çalışırken el frenini unuttum. Yüksek bir hızla önce bariyerlere çarptık. Sonra ise tırın altına girdik. Büyük bir sarsıntı, acı bir fren sesi ve ardında karanlık...
*
Yaklaşık beş veya on dakika sonra yoğun karanlığın içinden sıyrıldım. Buğlem... Onun gözleri hala kapalıydı ve heryeri kan içindeydi. Benim de öyleydi. Fakat şu an tek umrumda olan Buğlem'di. Kısa süreliğine gözlerimi ondan ayırdığımda etrafımızda bir sürü insanın toplanmış olduğunu gördüm. Polisi ve acil yardım ekiplerini çağırmışlardı. Tırın altında sıkışmıştık ve bizi oradan çıkarmaya çalışıyorlardı. Benim kendime geldiğimi görünce bir sargı bezi ve acil yardım eşyaları verdiler. Çarptığımız bariyerler Buğlem'in oturduğu tarafa denk geldiğinden onda daha çok yara vardı. Önce onun yaralarını sarmaya başladım. Lisede öğrendiğim bazı ilk yardım teknikleri hala aklımdaydı. Kanamasını durdurmak için elimden geleni yaptım. Bu sırada gelen yardım ekipleri tırı aracımızın üzerinden çektiler. Fakat bizi sıkıştıran tır değil üzerimize çöken arabanın dış cephesiydi. Camlar patlamıştı ve her yerde cam parçaları vardı. Zaten ikimizinde her tarafı sıyrıklarla doluydu ve ben camlar yüzünden rahat hareket edemiyordum.
Ben Buğlem'le ilgilenirken arabanın kapılarını keserek çıkabileceğimiz alanlar oluşturdular. Önce Buğlem'i ardından da beni arabadan çıkardılar. Hızlı bir şekilde sedyelerle beraber ambulansa aldılar. Ambulansın acı sireni kulaklarımı doldurmaya başladığında hastaneye doğru yola koyulmuştuk...
*
Saat 05:10 sevdiceğim. Yalnız yıldızın seni bekliyor. Hadi, çık gel artık. Aç gözlerini, gözbebeklerin beni bulsun yine gözbebeğim. On gündür uyuyorsun be güzelim, yetmedi mi? Ne gerek var güzellik uykusuna, sen zaten güzelsin... Aç gözlerini de gel artık. Ah be canım... Gel artık.
Yine aynı düşünceler. On gündür beynimde dönüp duran cümleler. Kapattı gözlerini, açmıyor. Hiç mi merak etmiyor beni? Benim yüzümden mi oldu tüm bunlar? Oysa onu çok seviyorum. Bilseydi hemen açardı belki de gözlerini...
On gündür hastanedeyiz. O yoğun bakımda hayatı tehlikede, ben normal oda da... O aklımda, ben apayrı dünyalarda... Korku doluyum. Her an kesilecek nefesi, bitecek ömrü ve bir daha göremeyeceğim diye korkuyorum. Biliyorum, teyzesine gitmek istiyor. Burada da ben varım ama be. Beni bırakıp gitmesin. Yoksa peşinden giderim.
Elimde telefonla yine durmadan yazıyordum içinde boğulup gittiğim tüm düşünceleri. Zihnimle arama giren annem oldu.
''Kadir, oğlum! Güzel haber getirdim.'' dedi annem tüm enerjisiyle. İlk olarak aklıma Buğlem geldi normal bir şekilde.
''Buğlem... Uyandı mı yoksa?!'' diye sordum hemen heyecanla. Anlıkta olsa gözlerimin içi gülmüştü.
''Ah, hayır! Maalesef... Sıkma canını o haberi verdiğim gün de gelecek.'' dedi annem ufak bir buruklukla. Ardından tekrar aynı neşesine kavuşarak ''Yarın taburcu oluyorsun!'' dedi heyecanla. Elbette sevinmiştim ama bu yeterli değildi. İstediğim bu değildi.
''Taburcu olsam da bir şey değişmeyecek biliyorsun. Buğlem de ölümün pençesinden kurtulana kadar buradayım anne.'' dedim umutsuzluğu barındıran bir ses tonuyla. Gerçek buydu ve gerçekler her zaman iyi olmayabilirdi. Tıpkı şu anda olduğu gibi.
Annem eve dönüp dinlenmem gerektiği konusunda ısrar ettiği için kısa süreliğine tartıştık. yine 'İyi, tamam.' diyerek tartışmayı sonlandıran annem oldu. Onu kırmak istemiyordum fakat söz konusu Buğlem olunca biraz sert olabiliyordum.
Annem gidince odadan çıkıp alt kata lavaboya indim. Odama dönerken Buğlem'e uğradım. Onu göremedim ama orada olduğunun hissiyatı yetmişti. Biraz yoğun bakım kapısının önündeki sandalyelerde oturduktan sonra Buğlem'le vedalaşıp odama döndüm.
Odada televizyon vardı ki bu da on gündür kafamı bir nebze olsun dağıtmaya yardımcı oluyordu. Yine televizyonu biraz karıştırdım. Birkaç kanal gezdim. Beğendiğim bir tanesinde kaldım.
Oyun oynuyordum. Karmaşık bir oyun. Aklımda o vardı ama ben yalnızca televizyona odaklanmış gibi yapıyorum. Yalan Dünya'nın en basit oyunuydu bu! Dışarıdan gören herkes televizyondaki programa daldım gittim sanar, oysa kim bilebilir ki zihnimi? Hangimiz biliyoruz? Bir adım uzaklığımızda biri acısından ölmek üzere belki de ama bu oyunda o kadar profesyonel ki bilemiyoruz. Ve kimse de, bizi bilmiyor...
Koridordan geçen bir hemşirenin sesi aniden kulaklarıma doldu.
''Doktor bey! Doktor bey! Acil yoğun bakım servisine gelmeniz gerekiyor. Buğlem Öniz...'' hemşirenin koridorda hızla ilerlemesinden dolayı sesi artık kulaklarıma ulaşmıyordu. Bir saniye! En son ne dedi?
Buğlem Öniz...
*
Beğendiyseniz vote atmayı ve yorumlarda eleştirilerinizi belirtmeyi unutmayın! Sonraki bölümde görüşmek üzere. <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yıldızcasına - Erkekler De Yanar
ChickLit"Sen benim gökyüzümdeki yalnız yıldızsın. Saat 5'i 10 geçe.."