Lelizar yine tren yolu inşaatından döndüğü bir günün akşamı karşısında Tahir'i görünce ne yapacağını bilemedi. Daha Tahir'in dönüşüne olan şaşkınlığını yeni atlatmışken, gözü bacaklarına ilişti. Karşısında gördüğü adam sevdiği adamdan çok farklıydı sanki. Giderken daha yirmisinde olan o delikanlı yerine karşısında çökmüş, yorgun, bitkin ve umutsuz yaşlı bir adam duruyordu. Bacağının olmayışı, yaktı geçti içini. Şaşkınlığını atlatamamanın verdiği histen olacak bir süre yerinden kıpırdayamadı.
Tahir tarafında ise durum çok farklı değildi; onun da karşısında daha onyedisindeki gencecik, körpe ve narin Lelizar yoktu. Karşısındaki kadın nereden baksan elli yıl yaşamış, çok cefa çekmiş olmalıydı. İpek saçları kurumuş, dağılmış, keçe gibi olmuştu. Bembeyaz teni güneşten yanmış,kurumuş, kirlenmişti. En sevdiği pamuk elleri çatlaklardan görünmez haldeydi. Ve gözleri, gözleri ise yılların yorgunluğunu taşıyor ve ona milyonlarca şey anlatıyordu.
İkisi de şaşkınlığını atar atmaz birbirlerine doğru koştular. Tabi çoğunlukla Lelizar koştu. Tahir iki elini de kullanabilmek adına değneklerini fırlattı, Lelizar'a tutunduktan sonra. Öyle bir sarıldılar ki, gelmiş geçmiş en hasret dolu sarılma olabilirdi bu. Dört kol birbirini olanca gücüyle sardı. Üç ayak vardı dengede durabilmeleri için. Fakat birbiri için deli gibi atan iki kalbin güzelliği öyle muhteşemdi ki, varsa bile başka kusurlar, eksikler, hepsini susturuyordu.
Bir şey söylemeye çekinen Lelizar, ilk Tahir'in konuşmasını bekledi. Beklediği konuşmayı duyamayınca:
-Anlat Tahir, anlat ki biraz da olsa dinsin içimizdeki fırtınalar.
-Çok düşündüm, çok kararsız kararsız kaldım yanına gelip gelmeme konusunda Lelizar. Gelmeyecektim ama dayanamadım hasretine, bencillik ettim. Fakat istemezsen beni bu halde, anlarım.
- O nasıl söz, kulağın işitir mi hiç söylediklerini? Ben senin gözlerine mi vurgunum sanırsın? Güzeller elbet, baktığımda canıma can katıyorlar. Onlara değil Tahir. Ya boyuna posuna? O da güzel elbet, heybetine hayran olup sığınmak kollarına, güzel. Fakat buna da değil Tahir.
Bu sözleri söyleyene kadar,zor tutuyordu kendini Lelizar fakat sonrasında dayanamadı. Gözyaşlarını elinin tersiyle silerken, çatallaşan sesiyle devam etti:
-Ben senin o yüreğine vurgunum, yüreğine.
-İnsan aşkı yaşamadan ölmemeli Lelizar. İnsan bu hayatta yabancı birini alıp, canına can yapmadan ölmemeli.
Az önceki sarılmanın bir benzerini daha gerçekleştirdiler. Etraftaki canlı veya cansız tüm varlıklar adeta onlara eşlik ediyordu. Nedendir bilinmez ama hava, zaman ve hatta tarih bile onlara eşlik ediyordu.
Oturup o banka anlattılar ne olup bittiyse. Tahir Lelizar'ın çalışmaktan çatlamış küçük ellerine baktı, öyle içten öptü ki onları, Lelizar bile ne olduğunu anlayamadı. Bıraksalar orada saatlerce hatta günlerce otururlardı fakat Lelizar'ın eve dönmesi gerekiyordu. Yarın yine buluşmak için sözleştiler ve ayrıldılar.
Bu sırada tren yolu inşaatı hız kesmeden devam ediyordu. Herkes neden bu kadar aceleye getirildiğini ve önemsendiğini merak ediyordu. Bir çok teori ortaya atıyorlar fakat ortak bir paydada birleşemiyorlardı. Yine de en çok tahmin savaşa erzak götürmek için yapıldığı yönündeydi.
Yine öte yandan savaş da tüm heyacanı ve ateşiyle sürüyordu. Yine kimin kazanacağına dair fikirler yürütülüyordu. Ama bunda bir tahmin yürütmek oldukça zordu. Çünkü oldukça güçlü iki taraf vardı ve savaş henüz çok yeniydi. Gerçi bugünlerde köyün gündemi Tahir'di. Zavallı çocuk için üzülüyor ona acıyan gözlerle bakıyorlardı. Tahir ise onları duymazdan, görmezden geliyordu. Günler Ahıska'da böyle geçip gidiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM KATARI
Historical Fiction"Siz gökyüzündeki ay'ı Ahıska'nın câmisindeki hilâlden çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz!"