Eli silah tutanlar askere uğurlandığı sıralar, Ahıska ve çevre köylerde bir tren yolu inşaatı yapılmaktaydı. Önceleri tarlası tapanı olmayanların mecburiyetten çalıştığı bu zorlu iş, erkekler de gidince yavaşlamaya başladı. Ama görünen o ki bu çalışmanın bir an önce bitmesi gerekiyordu. İşte bu yüzden her evden en az bir kişinin çalışması zorunlu kılındı.
Lelizarlarda eli ekmek tutabilecek iki kişi vardı; annesi ve Lelizar. Kardeşleri henüz çok küçüklerdi. Annesinin de çiftlik işleriyle ilgilenmesi gerekiyordu. Bu yüzden iş Lelizar'a düşmüştü. Anne ve babasının gözlerinden sakındıkları kızları, Tahir'in eline kıymık batsa ortalığı tarumar edeceği sevdiği, narin ve hassas bedeniyle tüm gün sıcağın altında çalışıyor, ağırlık taşıyor ve tüm bunların sonucunda da yorgunluktan bitap düşüyordu. Zaten yeterince ince olan bedeni günden güne inceliyor, çelimsizleşiyordu. Tahir'in bakarken hayrete düştüğü o bembeyaz ve küçük elleri, artık eskisinden tamamiyle farklı görünüyordu. Lelizar bunlardan o kadar da şikayet etmiyordu. Ah Tahir ve babası bir gelseler... Bir gelseler, ömür boyu tren yolu yapmaya razıydı. Sırtında taşıdığı ağır demirler değildi Lelizar'ı yoran, narin elleriyle çaktığı çiviler degildi. Lelizar'ı yoran; elbette Tahir'in hasretiydi.
Tahir için de durum pek farklı değildi. Patlayanlar toplar, tüfekler değildi. Değildi cayır cayır yanan çadırlar, erzaklar. İçinde fırtınalar kopan ve yine içi bir kor gibi yanan Tahir'di elbet. Ölen askerlere baktığında kendini onlardan farksız görmüyordu. Yatmadan önce kurşunla konuşuyor, ona Lelizar'ı anlatıyordu. Her bakışında ölmemesi gerektiğini bir kez daha anımsıyordu. Ölmemeliydi, geri dönüp en azından bir kere bile olsa Lelizar'a sıkıca sarılmalıydı.
Lelizar ise her gün Tahir'e bir mektup yazıyordu. Yollayabilmesinin imkanı yoktu fakat o kağıt her gece onun dostu oluyor, Lelizar'ın Tahir'e olan aşkını kilitleyip saklıyordu. Lelizar'ın köydeki akranlarının çoğu okuma yazma bilmiyordu. Ama Lelizar şanslıydı, ortaokula kadar okumuştu. Fakat bir yüksekokul mezunundam farksızdı. Çünkü daima kitap okumuş, gündüzleri Tahir'i beklerken onlarla çok sıkı dost olmuştu.
Her akşam gibi o akşam da Lelizar yorgunluktan bitap düşmüş bir halde eve döndü. Yemeğini yer yemez de masasına koştu. Mektup yazmak ona, Tahir'le bakıştığı o beş dakikada yaşadığı hissiyatı veriyordu ya da Lelizar avunma konusunda oldukça başarılıydı. Mürekkebe batırdığı kalemi, kağıda yaklaştırdı ve şunları yazdı;
"Tahir'im, bugün sen gideli iki ay oldu. Tamı tamına iki ay. Oysa ki düşünüyorum da; benim sana ömrüm boyunca sarılmalarımı toplasan bir ay bile etmez. Adeletsizlik değil de nedir bu?
Sana bunu gönderemeyecek olmamın verdiği rahatlıkla söylemeliyim ki, burası çok berbat, burası çok anlamsız, burası karanlık ve rutubetli Tahir. Burası dipsiz bir kuyu ve bende ne ip var ne de merdiven. Burası bir hastane, ben de ölümcül bir hasta, bir kez güneşi görsem, güneş bir kez yüzünü gösterse, iyileşeceğim. Fakat burada vakitlerden hep akşam. Burası bir toprak Tahir'im, burası bereketli mi bereketli bir toprak. Ben ise bir tohumum. Su verilse çiçek açacağım, şenlecek ortalık. Fakat burası kurak bir çöl gibi sudan yoksun. Ve burası iki aydır mahşer günü, bir iyilik daha beni cennete gönderecek. Amel defterime bir iyilik daha dilerken, bir kötülük daha peydah oluyor ve ben cehenneme uğruyorum. İşte iki aydır buralarda durum böyle Tahir.
Bu arada, benim ipim,merdivenim, güneşim, suyum ve beni cennete kavuştucak son iyiliğim de, elbette sensin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM KATARI
Fiksi Sejarah"Siz gökyüzündeki ay'ı Ahıska'nın câmisindeki hilâlden çok daha kolaylıkla sökebilirsiniz!"