Uzun bir süre uyuduğumu söylüyor Rüzgar. Uyduğum süre boyunca yanımda bekliyor. Bazen uyanıyorum, Rüzgar hep yanımda oluyor.
"İyi olacaksın" diyor. "İyi olacaksın"
Günlerimiz hastanede geçiyor Rüzgar ile.
Belki aylar, belki yıllar... Zamanının çoğunu uyuyarak geçiren bir insan oluveriyorum. Sürekli serumlar, ilaçlar... Beni uyutuyor.
Ayın 29'u. Serin bir Nisan sabahında ellerimin ve bacaklarımın tutmadığını hissediyorum. Kollarımı kaldıramıyor, yürüyemiyorum. Rüzgar yanımdaki koltukta uyuyor. Onun uyuyuşunu seyrediyorum birkaç dakika. Sadece sessizce ağlıyorum. Tanrım, neden bunlar benim başıma geliyor, diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi.
Rüzgar uyandığında benim ağladığımı görüyor.
"Neyin var Eylül, neler oluyor?" diye soru yağmuruna tutuyor beni. Ne cevap verecek haldeyim, ne Rüzgar'ın yüzüne bakacak.Utanıyorum. Rüzgar benimle gezmek, koşmak, sarılmak isteyecek ama ben kollarımı bile hareket ettiremiyorum.
"Kollarım ve bacaklarım... Hareket etmiyor!" diyorum yarım ağız. Konuşmakta bile güçlük çekiyorum. Gerçi tüm arkadaşlarımı kaybettim, hiç biri beni görmek istemiyor. Beynimdeki o lanet tümöre küfürler savuruyorum.
Rüzgar sinirleniyor. Hızlıca odadan çıkıp kapıyı çarpıyor. Rüzgar'ın sesi koridorda yankılanıyor. "Hani iyi olacaktı benim meleğim! Hani iyileştirecektiniz! Söz verdiniz bana doktor! Söz verdiniz! O ilaçlarınız Eylül'ü felç etti! Yürüyemiyor! Ben şimdi ona sarıldığımda bana nasıl sarılacak!"
Bu kelimeler parçalıyor yüreğimi. Rüzgar'ın feryatları kulaklarımda yankılanıyor. Duvarlar üzerime geliyor sanki. Kalbim sıkışıyor. Doktor önde, Rüzgar arkada odaya giriyorlar. Doktor bana bir takım saçma sorular soruyor. Hepsini yanıtlıyorum.
Doktor odadan çıktıktan sonra Rüzgar ellerimi tutuyor.
"Hissetmiyorum" diyorum. Gözlerime bakmıyor, bakamıyor. "Utanıyorum" diyor. "Sen hastayken sağlıklı olmaktan utanıyorum".
"İyileşeceğim!" diye haykırıyorum. Biliyorum oysa, bunun sonunun ölüm olacağını. Ancak orada morale ihtiyacı olan ben değilim Rüzgar.