Bir sabah telefonun iğrenç sesiyle uyanıyorum. Gelen mesaj Rüzgar'dan. Kaza geçirdiğini, hastanede olduğunu söylüyor.
Hemen hazırlanıp hastaneye gidiyoru m. Rüzgar'ı kolu kırık halde görüyorum. Yanıbaşında Esin. Ona sevgi sözleri söyleyip ağlıyor devamlı. Esin'in yanına gidiyorum.
"Rüzgar iyi mi?"
"Sana ne?" diye tersliyor beni Esin. Hiç umursamıyorum. Zaten Esin'e aldıracak değilim, orada değer verdiğim bir dostum hasta yatağında kolu kırık haleyken.
Rüzgar sedyede oturmuş, bana bakıyor. Kolu alçıda. Koşuk sarılıyorum Rüzgar'a.
"Sana bir şey olacak diye çok korktum." diye fısıldıyorum kulağına. Rüzgar belimi kavrıyor. Sarılıyoruz.
"İyiyim, iyiyim ben." diyor. O sırada değil Esin, tüm dünyanın varlığını unutuyorum. Rüzgar'ın gözlerine kutsal bir tapınağa bakar gibi sevgi ve hayranlıkla bakıyorum. O derin yeşilimsi gözlerin içinde kayboluyorum bir süre. Ancak bu gerçekten de bir süre sürüyor.
"Siz ne yapıyorsunuz!" diye bağırıyor Esin. O an düştüğüm durumdan utanıyorum. Kendimden nefret ediyorum. Duygularımı sevmiyorum, duygularımla hareket etmekten nefret ediyorum.
Rüzgar, eli belimde konuşmaya dalıyor.
"Esin, sana daha önce bahsettiğim gibi. Ben Eylül'den asla vazgeçmeyeceğim." diyor. Beni göğsüne bastırıyor. Esin gözleri dolu, hastane odasından çıkıyor. Nereye gidiyor bilmiyorum ancak o anda iyi hissetmiyorum.
Gözlerimi açtığımda hastanenin bir odasında, kolumda serumla görüyorum kendimi. Yanıbaşımda Rüzgar. Durmadan ağlıyor. Neler olduğunu kestiremiyorum. Başım muhteşem dönüyor ve gözlerim kararıyor. Rüzgar'ı zar zor seçiyorum.
"Neler oluyor, neden buradayım?" diyorum Rüzgar'a. Rüzgar bana bakıyor. Gözleri kıpkırmızı olmuş. Saçları dağılmış. Onu böyle görmek içimi acıtıyor. Onu hep gülerken görüyorken, şimdi gözlerinden yaşlar akarken görmek beni daha da kötü yapıyor. O sırada doktor giriyor içeri. Kaşları biraz çatık. Beyaz önlüğünün altındaki siyah gömleği gözümü alıyor. Beyaz saçlarını geriye doğru tarayan bir doktor.
"Eylül Hanım, iyi misiniz?" diyor. Sesinde endişe, telaş ve çaresizlik var. Neler olduğunu biraz anlıyor gibiyim.
"Neyim var benim?" diyorum gözlerim dolarken. Neden bu hastane odasında bu şekilde kolumda serumla olduğumu merak ediyorum.
"Beyninizde tümör var Eylül Hanım." diyor doktor pat diye. Şaşırıyorum, korkuyorum.
"P-Peki bunun bir tedavisi... Yok mu?" diyorum. Konuşmakta güçlük çekiyorum.
Ne yapacağımı bilemiyorum. Korkuyorum. Rüzgarı bulmuşken ölmek istemiyorum. Oysa daha düne kadar ölmek için bir çok girişimde bulunuyorum. Hayatımı sonlandırmayı çok düşünüyorum. Oysa şimdi Rüzgar var. Rüzgarı tek başına bırakmak istemiyorum.
Doktor odadan çıkıyor. Onun da üzüldüğünü kestirebiliyorum. Rüzgar hâlâ ağlıyor.
"Ben.." diyorum. Sesim çıkmıyor. "Ben ölmeyeceğim." diyorum.
Rüzgar bana bağırıyor. "Ölmeyeceksin tabiki! Kurtaracağım seni, inan bana Eylül! Ölmeyeceksin! Ölmeyeceksin..." Ölmeyeceksin, diye tekrarlıyor Rüzgar. Bende ölmeyeceğime inanmak istiyorum. Beynime müthiş bir ağrı saplanıyor. Tekrar gözlerimin kapandığını hatırlıyorum sadece.