İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalımGece... Günün en sevdiğim kısımlarıydı. Herkes uyurdu; hırsızlar, politikacılar, işçiler, boyun eğenler. Bir tek, ben ve benim gibiler uyumazdı. Geceleri genelde sigara ve kahve eşliğinde kitap okurdum. Sigarayı severdim ve belki de bu dünyada değer verdiğim nadir şeylerden biriydi.
Elbette kitaptan kastım; şiirlerdi. Mesela Cemal Süreya, Turgut Uyar... Onların yaşanmışlıklarını şiire dökmelerini okurken onlara özenirdim. Hiç bir zaman öyle bir aşk yaşayamamıştım. İsmimin hakkını vermek istiyordumn; Aşk istiyordum.
Şuan sigara içtiğimi hayal ettim. İçime çektiğimde, o zararlı dumanın boğazımdan geçerken bıraktığı yanma hissini hayal ettim. Bu beni rahatlıyordu. Sigara. En kötü en sinirli olduğum zamanlarda, tutanağım oydu. Bağımlı değildim, istediğim an bırakabilirdim ama bırakmak istemiyordum işte. O zararı dumanı, kendime zarar verdiğimde aldığım his paha biçilemezdi.
Gökyüzünün karanlığından sol tarafıma çevirdim bakışlarımı... Ulaş.
Ulaş... Kimdi bu adam? En yakın arkadaşlarına bile tepki gösteren, 'küçük dağları ben yarattım' ifadesiyle gezen adam? En önemlisi ise beni neden tutsak alıyordu? Ben kimdim ki? Kendi halinde ve kimseyle konuşmayan tek başıma takılan bir kızdım sadece. Benimle ne alıp veremediği vardı?
Burnunun kemerini sıkmaya başlamıştı. Ya başı ağrıyordu ya da kızgındı, öfkeliydi, sinirliydi. Bu durumda ne yapmak gerekiyordu? Daha önce hiç kaçırılmamıştım, onun bu durumundan yararlanmam mı gerekiyordu? Peki nasıl yararlanacaktım?
Dikiz aynasından Emre'ye bakınca bunun imkansız olduğunu bir kez daha anladım. O neşeli, sevimli görünen Emre bile bana nefretle bakıyorsa, gerçekten de hiç şansım kalmamıştı. Kesinlikle ölecektim. Ya da ölmeden önce bana tecavüz edeceklerdi?
Bu düşünceyle birlikte tüylerim ürperdi. Acı çekerek ölmeyi buna yeğlerdim. Namus göreceli bir kavramdı evet ama ben tecavüzü kaldıramazdım. Psikolojik olarak çöküntüye girerdim ve intihar edip ölmekten beni kimse caydıramaz, kurtaramazdı. Ben daha önce kimseyle öpüşmemiştim bile! Bekaretini evleneceği adama saklayan kızlardandım. Belki geri kafalı diyeceksiniz, belki başka bir şey. Ama ben buydum. Kendimi sevdiği adama saklayacak bir kızdım.