Arabayı park bile etmesine izin vermemiş ve evin bir köşesinde durdurmasını izlemiştim.
Şuan kendimde değildim. İçimde sadece eziklik ve küçük düşürülme duyguları kıvrılıp,canımı yakıyordu.Alışmam gerekiyordu ama alışmak bir yana dursun,her gün daha da büyüyordu.
Arabadan ilk inen ben oldum.Kafamı dağıtmak o kadar istiyordum ki şuan yaptıklarımın farkında bile değildim.
Ben eve hızlı adımlarla ilerlerken,arkamdan Taeyong'da yavaş adımlarla beni takip ediyordu.
Onun evi olmasına rağmen ben daha çok geldiğimden, yanımda anahtarı olurdu.Benim evim her zaman dolu ve sesler bir türlü eksik olmadığından,nadir yaptığı iyiliği yapmış ve evinin kapılarını bana açmıştı.Tabi bunun iyi mi yoksa kötü bir şey olup olmadığından henüz emin değilim.
Kapının girişine yaslanmış,anahtarı cebimde bulmaya çalışıyordum.Sarhoş değildim belki ama birinin varlığı,kafamın uyuşmasına yetiyordu.
Siktiğimin anahtarı bir yerlerime girmişti herhalde!
Anahtarı bulamamam ile ellerimi iki yanıma sinirle bıraktım.Bulmuş olsam zaten garip olurdu.Bir şeyleri arayıp,bulamamak lügatımda vardı benim.
Sağ koluma konan dokunuş ile bakışlarımı,koluma yönelttim.
Genelde insanların ellerine dikkat eder ve el ırkçılığı yapardım.Bundan aylar önce Taeyong'un eline baktığımda,düşündüğüm tek şey 'üstün ırkı buldum' olmuştu.Hayır zaten her şeyin mükemmel dururken,nasıl olurda ayrıntıların bile özenerek tasarlanmış olabilirdi ki?
Daha baska bir şey düşünmeme izin vermeyerek beni geri çekti ve az önce doldurduğum alana,ince vücudunu koydu.O benim aksime aradığı her şeyi istikrarlı bir şekilde bulurdu.
Yavaşça anahtarı çevirip,kapıyı açtı.
Hani her aşk konulu hikayerde geçen bir replik vardır ya "onun kokusunun dolduğu oda" işte bizde o yoktu.Ne odası;ne yastığı,ne örtüleri o kokardı.Onun kokusu ,ailesi ile yaşadığı evin kapısını açtığınız an karşınıza çıkardı.
O kapı açılır açılmaz,saniyelik bir dünyadan soyutlanıyordunuz.Tabi bu benim yaşadığım bir şeydi.Büyük ihtimalle gelen kimse,benim kadar Taeyong 'un öz kokusunu bilmiyordu.
Neyse dediğim gibi bu da Kim Taeyong'un garip ilahi bir özelliğiydi.
Taeyong'un ardından içeri girip,kapıyı kapattım.Derin bir nefes eşliğinde.
Taeyong ve ailesi çok zengin olmasalarda;her an cebinden para çıkan,annesi sanat galerilerinden çıkmayan,babası koltuk başında olan bir aile tipiydi.Bizimkilere gelecek olursak;ailevi değerlerden bir haber,örneğine az rastlanacak bir türdük.
Neyse.Asıl konumuz,şuan önünde yürümekte olan Taeyong.Kim Taeyong.
Üstündeki ceketi çıkarıp,koltuğa atarken bana bakış atmayı da unutmamıştı.Buyuk ihtimalle ne yapmak istediğimi biliyordu ama kendisi istediğinden emin değildi.Eger istese kapıda başlardı girişime.
Ceketi bıraktığı koltuğa oturup,gözlerini bana dikti.Bu "her hareketini izliyorum" çağrısı idi.
Omuzlarımı silkip,bende yanına kuruldum.Huzurumu bozsada ,yerine getirecek tek kişide o idi.
"Kendine gel." Algılamak için biraz beklemiştim.Çünkü burada kendine gelmesi gereken kişinin kim olduğu konusunda muhalefet olabilirdim.
''Ben mi?'' desem de bakışları değişmemiş,az önceki gibi sorgulayan kuzgun halindeydi.