★1 |Kellesini Uçurun|

648 97 55
                                    

Yazım yanlışları varsa affola.



































Bölüm 1 |Kellesini Uçurun|

























Büyük şehrin her yeri bembeyazdı. Lapa lapa kar yağıyordu. O kadar güzeldi ki. Bir kar tanesini yere düşene kadar onu takip ettim. Ve bir başka kar tanesini daha.

Beyaz şehrin her yeri noel süsleriyle süslenmişti. Şehrin ortasında ki ağacın üzerinde daha önce görmediğim büyüklükte bir yıldız vardı. Hayır bu gerçek bir yıldızdı. Bu yıldızı daha önce Kore de ki evimizin penceresinden hiç görmemiştim. Sanırım Chicago'dan uzay daha farklı görünüyordu.

Bu yıldızı daha önce görmediğime emindim. Evet.

Çanlar çalmaya başladığında saatlerdir izlediğim kar taneleri yüzünden eve geç kaldığımı fark ettim. Yarım metre yüksekliğindeki karlar yüzünden koşmam zordu ama yine de noel için evde olmam gerekiyordu. Biz her noeli birlikte geçirirdik çünkü.

Bembeyaz şehrin kuşlarını uçuracak, duvarlarını inletecek kadar güçlü bir ses duyuldu. Daha sonra beyaz karın üzerinden yürüyen kırmızılık. Ayaklarımın üzerine aktı ve daha sonra tekrar beyaz kara bulaştı.

"Gördü." Derin kalın bir ses çınlayan kulaklarıma ufacık bir ses gibi geldi. "Bizi gördü."

Kanın sahibi ayaklarımın hemen yanında öylece beyaz karın içinde uzanıyordu. Anlında bir delik vardı.

Kanı hala ayaklarımdan geçip kara karışıyordu. Çok kan vardı. Çok fazla. Bembeyaz karı kirletecek kadar çok kan vardı.

"Yakalayın."

Ayaklarım beni bilmediği yerlere sürüklerken tek düşündüğüm yakalanmamaktı. Az önce gözlerimin önünde biri öldürülmüştü.

Kalbim deli gibi çarpıyor, ayaklarım kara meydan okumaktan yorulmuştu ve nefesim azalmıştı ama beni hala kovalıyorlardı. Peşimdeydiler.

Ve tekrar bembeyaz şehrin duvarlarını inletecek ses duyuldu. Bu ses benim içindi. Sırtımdan giren kurşun içindi. Nefesim kesildi ve artık ayaklarım beni taşımayı bıraktı. Kurşunun yerini seçemiyordum. Acı hissetmiyor, sadece öldüğümü düşünüyordum.

Sonra birden beyaz karın üzerinde bana doğru koşan bir at gördüm. Bembeyazdı o da. Karla bütünleşmiş gibiydi. Beyaz yelesi çok güzeldi ve uzun bacakları çok zarifti. Gözlerimde bulanık görmeye başladı ama hala bilincim yerindeydi.

At hızla bana doğru geldi. Ve sonra tekrar bir ses daha. Bu seferki bana değil ataydı. Beyaz ata baktım. Hayır bu at değildi. Uzun beyaz saçlarının arasından bana baktı. Dümdüz saçlarının arasından bana gülümsedi ve elini uzattı. Tanrım ölüyor muydum? Her şey bu kadar mıydı?

Elimi uzatmak istedim ama sırtımdaki kurşun kendini belli ederek buna izin vermedi ve olduğum yerde kara gömüldüm. Mezarım bu beyaz kar mı olacaktı?

....

Odun ve nane kokuyordu. Nane kokusu daha baskındı ama odun kokusu da seçiliyordu. Ateş sesleri vardı. Odunların çatırdama sesleri. Onun dışında, sakince birinin bir şarkıyı mırıldandığı geliyor kulağıma. Onun dışında çok huzurluydu her şey. Sıcaktı ama yakacak kadar değil.

Hafif bir rüzgar esiyordu. Toprağın kokusunu burnuma getirecek kadar esiyordu. Cam bir bardağın yada kasenin yere düşüp kırılma sesi geldi kulağıma.

children of the storm // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin