Park Jimin
Tamam ağlamamam lazım. Ağlama Jimin ağlama. Ama bu kaçıncı. Bu kaçıncı işten kovuluşum. Birinde beni küçümsediği için adamı dövdüm atıldım. Diğerinde kadının birini taciz etmişim. İftiracı sürtük. Ben daha insanların gözlerinin içine bakarken utanırım. Ne tacizi ya. Tamam. Peki bu sefer ne yaptın? Cevap veriyorum. Hiç bir şey! Suçsuz yere kovuldum.
Okyanusun temiz tuzlu havası ve sahilin yalnızlığı bile rahatlatmıyor beni şuan. Kendimi meşeden yapılmış banka bırakıp içli içli ağlamaya devam ettim.
Birden önümde koca ayaklı yumuşak pençeleri arasında bana peçete uzatan bir ayıcık görmeyi beklemiyordum.
Bej ve kahve karışımı rengi mavi turuncu tulumlu maskot bir ayıcık. Tamam normal bir zaman olsa bu tipte bir şeyle fotoğraf çekilmeye can atardım ama normal zaman değil.
Ağlamaktan şişip kızarmış gözlerimle ona baktım. Kocaman kahve gözleri olan maskot ayıcık. Tanrım çok tatlı!
"Hey! iyi misin turuncu?"
Kostüm yüzünden sesi boğuk gelse de yumuşak bir sesi olduğunu anlamamak için ya beyin özürlüsü bir mutant olmak ya da kulağınızda bir sorun olması gerekirken . Cevap ikinci seçenekse kulak burun boğaza gidin. Ha yok birinci seçenekse Taehyung ile bir akrabalığınız var. Kesinlikle akrabasınız.
Yaşları silip bu sese cevap verme gereği hissettim.
"İyiyim." Ne kadar iyi olabilirsem artık.
Elindeki peçeteyi alıp gözlerimi silerken o koşa koşa restoranta ilerliyordu. Buna koşmak demeyelim. Koşmaya çalışırken penguen görünümü veren deve kuşu olan bir maskot ayıcık diyelim. Ha yani peçeteyi verip gitti. Niye kalsın ki zaten? Yumuş yumuş tatlı ayıcık görünümlü öküz.
Dükkana girip tekrar çıkması arasında otuz saniye ya geçti ya geçmedi. O koca yumuşak pençeler arasındaki ne ? Su mu o? Öküz lafımı geri alıp bir flamingo kadar zarif biri demek istiyorum. Ben ve benim saçma sapan benzetmelerim. Tamam susuyorum.
Suyla önümde dururken suyu tutmakta zorlandığını farkettim. Hemen aldım suyu. Gülünç duruyodu.
'"Teşekkür ederim."
Yanıma oturdu. Daha doğrusu kocaman olduğu için oturmaya çalışırken geriye düştü. O kocaman ayaklar havada boş yere çırpınıyordu. Ben ne zaman ağlamayı bırakıp gülmemek için kendimi zor tuttuğum bu ana geldim?
"İyi misin?'" Kendimi daha fazla tutamayacağımı anladığımda kahkaha atmaya başladım. Üzgünüm maskot çocuk. Ama tanrım çok tatlı!!
"Kafam acıyor ama iyiyim. Off! Kalkamıyorum." O yumuşak sesiyle bile sitemli konuşması slow bir şarkının nakaratı gibi.
Kalkmasına yardım ettim. Ayağa kalktığında üstündeki tozları temizlemek yerine hemen bir soru yöneltti bana.
"Kim ağlattı seni Turuncu?"
Beni incitmeye korkuyormuş ama merak edip endişeleniyormuşçasına sorduğunda ses tonunun karşısındaki insanı arkasındaki okyanusa katıp sonsuz huzuru bulabileceğini biliyor mu? Sanırım bilmiyor ve o ses onun en büyük silahı.
"O kadar önemli bir şey değil." Dedim burnumu çekerek. Burnumun kıpkırmızı olduğuna eminim. Umarım sümüğüm falan görünmüyordur. Bu çocuğa rezil olmak istemiyorum.
"Söylesene ya." diye ısrar etti. Yalvarması hoşuma gitti. Daha fazla yalvar.
NİHAHAHA!!
Tamam tamam. İçimdeki Haneul'a durduruyorum. DUR!
O yumuş yumuş pençeleriyle havayı yumruklamaya başladı. Ayıcık görünümlü kanguru seni.
"Dövücem onu." Çok fazla komikti. Yine gülmeye başladım.
Bir anda durup kafasını yana eğerek bana bakmaya başladı. Ayıcıklara olan zaafımı kullanıyor. Oyunu adil oyna maskot çocuk. Şu görüntüye ve o sese eriyorum zaten.
"Nolur söyle noluur." Hayatımda bu kelimeyi ilk defa kullanıcam. Çok ponçik değil mi ya? Bu ponçik şeyi kıramam.
"İşten kovuldum."
"Kim o yüreksiz." Dedi duruşunu düzeltip hafif ciddi bir ses tonuyla.
Havaya tekme atıyorum diye yere yapıştığında dayanamayıp bastım kahkahayı. Yerde çırpınıyordu. Gülmemi durdurmam gerek ama durduramıyorum kendimi.
Yerden kalkmasına yardımcı oldum. O sırada farkettim. O yumuşak sesli kahkahayı sabah alarmım yapmak isterdim.
"Bak en azından güldürebiliyorum." Dediğinde gülümsedim çünkü haklıydı.
"Yeni bir iş bulabilir misin?"
"Bilmem ki. Okulda var." Şuan söylemek istediğim şey OKULDAN NEFRET EDİYORUM!!
"Okul mu? Ne okuyorsun?" Diye sorduğunda aklıma takılan şey okul mu diye sorması oldu. Kendisi okumuyor mu acaba? Çok düşünüyorsun Jimin. Düşünme! Düşünme!
"Tıp." Bunu benden beklemiyordunuz. Biliyorum. Bende kendimden beklemiyordum. Bu şey gibi oldu. Şey eee... Heh buldum. Taehyung ve mantık, Jimin ve tıp. Bu kadar alakamız var birbirimizle.
"OHA! Hangi alan?" Dedi. Şaşırmıştı. Yani adam haklı. Kim bu kadar yakışıklı, bebek poposu gibi yüzü olan, üç numaralı bakışlara sahip, minnak elli, ponçirik dişli, tatlı duruşlu, turuncu saçlı bir insan evladı prensi doktor adayı olabilir ki? O kişi benim. Park Jimin. Yüce egom önünde saygı ile eğilin. Köleler! NİHAHAHAHA!! Tamam susuyorum.
"Beyin ve sinir" Dedim. Ha bu arada beni sinirlendiren insanları hayat boyu komaya sokabilir, felç bırakabilir, beyin fonksiyonları ile oynayıp onu sadece simit yakalamaya odaklanmış bir martı yapıp simide zehir katarak onu öldürebilirim. Bu da benim avantajlı felsefik doktoralı stilim. Hadi eyvallah.
"Tamam işte seni kovana beyin nakli yapsan yeter. Çok yanlış adamı kovmuş."
Şu yumuşak sesli tatlı maskot çocuk bile benim sadistliğimi görebiliyor. Hafif espriye vurulmuş o yumuşak sesle bütün sadistçe düşünceleri kafamdan silene dek tabi.
"Şimdi işime dönmem gerek. Görüşürüz Turuncu." Yumuşak pençeleri ile el sallarken tatlılıkta kaç level up yapacağını inan bilmek zor. Bir dakika gidiyor mu?
Gitme... Gitme... Gitme...
O yumuş yumuş pençeler arasına kağıtları alıp yine insanlara broşür dağıtmaya devam ettiğinde onu reddeden insanların beynindeki sinirlere elektrik vererek öldürmek istiyorum. Sakin ol Jimin. Sakin!!!
Belki eve gitsem daha iyi olur. Oturduğum yerden kalkıp evin yolunu tuttum. Acaba evdekilere nasıl söyliycem bu kovulma mevzusunu. Evde bir ayıcık maskot olmadan bu iş çok zor olucak.
Çoook...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mascot | jikook
FanfictionHiç unutmuyorum o günü... Ağladığım bir gün sahilde yürürken gördüm. Kocaman bir ayıcık kostümünün içindeydi kocaman yumuş yumuş pençeleri hareket ettikçe sallanan kuyruğa sahip maskot çocuğu gördüm o gün. Ve benimle konuştu... Bulunduğu o koca kost...