"Memnun oldum," diye karşılık verdi, çenesini hafifçe yukarı kaldırarak. Hiç olmadığı kadar güçlü görünme ihtiyacı hissetmişti içinde, nedenini bilmediği bir biçimde. Onu baştan aşağı, hızlı bir bakışta süzmüştü, bir başkasının göremeyeceği ama onun görebileceği şekilde; farklı bir bakıştı bu, ürkütücü bir şekilde garipti, yeşil gözleri zümrüt taşının yakıcı görkemini taşıyordu ve karşısındaki insanı kendisini sorgulamaya mecbur bırakıyordu. Korkutucu olan ise o görkemin ve tenine değse yakacak ateşin içinin boşluğuydu. Sudan doğma bir kıvılcımdı bu. Durgun bir okyanusun, kendini koruma eğilimiyle kükremesi ve dalgalarının, köpüklerinin düşmanına ateş görünmesi gibiydi. Soyadı kartal demekse bile, bu kadında kartalda olmayacak bir eksiklik vardı, kartalda olsa sürünün onu dışlayacağı bir kural...
Kısaca onaylar bir biçimde başını sallamakla yetindi, Linda istemsizce kaşlarını kaldırdı.
"Küstah," diye mırıldandı öfkeyle, dişlerinin arasından.
"Anlamadım?" diye sordu, Garrett. "Hiç," dedi, hızlıca, "hiçbir şey." Bakışlarının tekrar ona döndüğünü hissettiğinde o da ayırmadı kendininkileri uzun saçlı kadından, bu kez tek kaşını kaldırma sırası ona geçmişti.
O öğlen vakti neden görev ile ilgili hiçbir şey anlayamadığına anlam veremedi. Lorraine bir daha ona dönüp bakmamıştı bile ama o, yalnızca bir adım uzağında oturuyor olmasına karşın zihninin kapılarında volta atıyor, her bir kilidi tekmeleyerek açıyordu. Eski, başarısızlıkla sonuçlanan evliliğinin üzerine zifir bir kalıntı olarak yapışan, nefret ettiği özelliklerinden birisi de, insanlara karşı nasıl ön yargılar beslemeye başladığıydı. Zamanla büyüyen ve incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden dahi doğan kavgalar onu yormuştu, sorular aklının bir yerinde kendilerine yanıtlar ve çıkarımlar bulur olmuştu, işte bu çıkarımlar yargılardı. Artık bir içgüdü gibiydi onun için, kendini, karşısındaki insana karşı bir çıkarımda bulunmadan nasıl olur da koruyabilir emin değildi. Yanlış veyahut doğru... sonuçta yargıydı ancak büyük çoğunlukla savunma mekanizması onları bir şekilde kabul ettirir ya da çözümlemeye çalışırken, bu kadın için ne yapacağını bilmiyordu.
Yordun beni, konuşma artık.
Sen konuşma asıl!
Haklılık payı büyüktü, işin gerçeği...
Başını iki yana salladı yavaşça, silkelenip toparlandı, ofisin diğer ucuna doğru ilerleyip kendine koyu bir bardak kahve doldurdu. Kahvenin burnunu gıdıklayan acı kokusunu seviyordu ama hala, şekersiz kahvenin şekerli olanından daha geç soğuyacağını unutuyordu.
Yeniden hatırladığında mat renkteki kupa yere düşmüş, sıcak sıvı yeri kahverengiye boyarken parçaları zemine dağılmıştı. Eğildi, kırıkları toplarken yanında bir başkasının soluğunu duydu.
"Kahve umarım üzerine dökülmemiştir."
Başını kaldırdığında Lorraine ile göz göze gelmişti. "Hayır," dedi, başını iki yana salladı yavaşça. "Dökülmedi."
Tahmin ettiğinden ve belki de dilediğinden daha sert çıkışmış olacaktı ki, bir adım geri çekildiğini hissetti karşısında duran kadının. Bir anlığına hırçınlaştığını fark etti. Yerinden kalktı, ellerini temizledi ve üstünü düzeltti.
*
“Ali?”
Linda gözleriyle masaları taramadan önce arkadaşına seslendiğinde, sözcükleri boş duvarlara çarparak küçük bir yankıyla geri dönmüştü kulaklarına. Dişlerini sıktı, her nasılsa, bu bile başının ağrısını güçlendirmeye yetiyordu. Son günlerde birçok şey başını ağrıtmaya yetiyordu ve bunun tek nedeni Lorraine Adler isminde birisiydi. Karşısında dururken bir bağlamda, sanki bir aynanın karşısında da durduğunu hissediyordu. Nedenine anlam veremiyordu ancak yaklaştığında ve parmağı saydam cama dokunmak için uzandığında, o da uzatıyordu, yüzündeki kafasının karışıklığını belirten ifade onun da ifadesiydi ve birbirlerine dokundukları ilk an, her seferinde son an oluyor, adeta çarpışmışlar gibi geri düşüyorlardı. Linda göğsünde güçlü bir ağrı hissediyordu, acıyla kızıllanmış parmak uçları yüreğinin tam üzerinde duraksıyordu, aynaya son bir kez daha bakıyor ve altından bir düşün içerisinde yok oluyorlardı. Linda her seferinde nefes nefese kalıyordu, uyuyor olmasa bile başka bir gerçeklikten uyandığını hissediyordu.
Başını iki yana salladı, düşüncelerinden sıyrıldı. Çok geçmeden yakın arkadaşı Alien’ın iri bedeni ve kendisiyle yarışabilecek güçteki kıvırcık saçları bar tezgahının arkasından görünmüştü.
“Lin Lin!” diye karşıladı onu, yüzünde büyükçe bir gülümsemeyle. İstemsizce o da güldü, o bardakları silerken tam karşısındaki sandalyeye zıplayarak oturdu.
“Hoş geldin, küçümen,” dedi Alien, uzanıp yanağını sıktı. Sesindeki tondan bir şeyleri sezmiş olmalıydı ki, onu şimdiden neşelendirmek için çabalıyordu.
Linda nazikçe ittirdi yüzüne uzattığı elini. Minyon yapısından ötürü Alien ona sürekli böyle isimlerle hitap ederdi. Alınmayacağını bileceği kadar derin bir dostlukları vardı, ailesiyle fikir ayrılıklarından dolayı yaşadığı kavgalar ve kalp kırıklıkları Alien’ın zamanla ilmek ilmek anlayış ördüğü şeyler haline gelmişti onun için, bu yüzden ona ömrünün sonuna kadar vefalı kalacaktı. Annesinden sonra desteğini rahatlıkla esirgemeyeceğini bildiği bir arkadaştı hayatında.
“İstediğin bir şey var mı?” diye sorunca, Linda gülümseyerek başını iki yana salladı. Onun iyi olup olmadığını sorma anlayışı kısmi olarak daha farklıydı. Farklı ancak kötü değil, kesinlikle müteşekkirdi.
Linda bir süre sonra konuşuyordu onunla, düşündüklerini sesiyle duymak bazen aklının ne kadar saçmaladığını hissettiriyordu, bazen ise düşünmediklerini dahi kelimelerine döküyordu. Alien yalnızca dinliyor ve dinliyordu ancak onu bir kişi daha dinliyordu, o aralarında, bar masasının üzerinde oturan muzır bir kız çocuğuydu ve o kız kendisine bütün haklılığıyla ve her şeyiyle benziyordu. Bacaklarını oturduğu yerden salladıkça topuklularından birisinin kayıp düşeceğini hissediyordu yere bazen, gözleri karşısındaki iri yarı adam ile konuşurken onlara takılıyordu, sonra böyle bir şey olmayacağını söyleyen bir baş işareti yapıyordu ona, Linda yeniden bakışlarını çeviriyordu. Dili döndüğünce her şeyi anlatmıştı onlara.
İlk toplantıdan son yapılan toplantıya kadar her adımında dahi Lorraine’nin bir şekilde kendini nasıl onu görmesini sağladığını söylemişti. Bacaklarını birbirine dolayışından, herhangi bir belgeyi parmaklarının arasında tutuşuna kadar, bir şeylere göz gezdirirken saçlarına hep çok yabancı bir şeye, sanki kendi başının üzerinde hissedemediği bir şeye dokunur gibi dokunduğuna kadar... Onun hakkında merak ettiği bir şeyler vardı, Linda hiçbir şeyin farkında değilse bile en çok bunun farkındaydı. Ellerini tutuşundan omuzlarını taşıyışına kadar ilgisini çeken ve merak duygusunu damarlarında dolaştıran yegane özelliklere sahipti. İsmini merak ediyordu Linda, bilmek istiyordu ancak ona her seslenildiğinde ya da adını aklının içinde her sayıkladığında dilinin ucunda kalan gölgeyi değil, dudaklarında kalan izi bilebilmeyi merak ediyordu.
Eğer bir anlığına yalnızca ikisi olsalardı, ona an boyunca gülümseyeceğini hissediyordu Linda, nedenini bilmediği ve anlaşılan bilemeyeceği bir biçimde... Elini uzatsa ve parmakları yüzüne dokunsa ne tepki vereceğini bilmek istiyordu, merak ediyordu. Acaba adı her söylendiğinde olduğu gibi kirpikleri kısa bir saniyeliğine kenetlenir miydi birbirine, sanki tenine ateş değermiş ve irkilirmiş gibi ve eğer başka bir Linda daha olsaydı diğer yanında, ona karşısında duran gibi bakar mıydı; bilmiş ama aynı zamanda şefkatli bir tebessüm ile?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SPY
RomanceArtık iki tane SPY var! Birisi İngilizce ve birisi Türkçe olmak üzere... 2014 yılından beridir Türkçe üzerinde çalışıyorum, şimdi sizin için ikisini de aynı anda yayınlayacağım, çok heyecanlıyım, umarım benim kadar siz de heyecanlısınızdır! "Onca za...