Lorraine telefonunun kısık müziğini duyduğunda, balkondaydı, kahvesinden yalnızca birkaç yudum almıştı. Sesine daha fazla tahammül edemeyeceğini ve ağrılarının ne kadar şiddetlendiğini fark etti, yerinden kalktı, telefonu açtı. "Merhaba, Lorraine," diyen, içten bir ses çalındı kulaklarına. Duyduğunda en çok rahatladığını hissettiği sesti. "Merhaba, Garrett," dedi, koltuğa oturdu. "Seni uyandırdım mı?" diye sordu Garrett, kaşları çatıldı. Lorraine derin bir nefes aldı, yanıt vermedi. "Uyumuyordun, değil mi?" diye sordu, fısıltıyla.
"Uyuyamadım," dedi, aynı şekilde.
Bu kez Garrett derin bir nefes almıştı. Lorraine'nin gözleri doldu, istemsizce, alt dudağının titremeye başladığını hissediyordu. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi, konuşmaya zorladı kendini.
"Ne söyleyecektin?"
"Yeni bir görevimiz var," dedi, "onun hakkında konuşmak istemiştim." Konuyu ne kadar değiştirmek istediğini biliyordu ama yine de, genç kadının sesini böyle duymak onu incitiyordu. O gün duyduğunda incittiği gibi. Ne eksilerek, ne fazlasıyla.
"Canım yanıyor," dedi.
Garrett bütün reflekslerinin durduğunu hissetti. Hayatında ilk kez kendini bu kadar çaresiz, ne yapacağını bilemez bir halde buluyordu.
Kendini toparlamaya, rahatlamaya çalıştı. Mavi kumaşla sarılı, sert koltuktan kalktı, yavaşça yanına doğru ilerledi. Karşısında duran kadın, ona bir defterin beyaz bir yaprağından farksız görünüyordu. Yine de, bu sayfanın farklı bir izi vardı. Bütün beyaz sayfaların içerisinde, o biraz daha buruktu, diğerlerine ne kadar benzese de. Belki de buydu onu alıkoyan, kadına biraz daha yaklaşmaktan... Kısa, kumral saçları yüzünü güçlükle kapatıyordu ve bunu fark ettikçe daha fazla sarılıyordu dizlerine, sanki kendini tamamen yok etmek istiyordu. Bir haftadır kimseyle konuşmadığından nedeni bilinmiyordu ancak... İntihar etmeye kalkmış olabilir miydi? Garrett bundan emin olamıyor, yine de, içten içe, bunun daha ağır bastığını hissediyordu diğerlerine.
"Ben Garrett," dedi yavaşça, "Garrett. Ben bir... uh, istihbarat ajanıyım." Yutkundu. Kadın başını kaldırdı, gözlerindeki öfkeyi görmek uzun sürmemişti. Dudakları aralandı, dişlerini sıktı, göğsü derin nefeslerle inip kalkmaya başladı. Tek hamlede kalın, siyah paltosunun yakalarından kavradı ve Garrett'ın daha önce hiç karşılaşmadığı bir kuvvetle kendine doğru çekti onu. Yakalarındaki parmakları sıktıkça sıkıyordu, öfkenin nedenini ise bilmiyordu.
"Sen. Sen..."
"Ne düşünüyorsun bilmiyorum," dedi Garrett, "ama kendimi sana açıklamama izin ver."
"Açıklayacak hiçbir şey yok!"
Kulakları sağır edecek bir haykırıştı, yine de, gözlerinin içinde, öfkenin tam ardında çok başka bir şey görüyordu, Garrett.
Orada ölü umutlar vardı.
Hastanede gözlerini açtığından beridir kimsenin yakalayamadığı aslında bunlardı.
Kırıklarını bir kalkan olarak, öfkeyle dışarı vuruyorlardı fakat çığlıklar fısıltılarını gizliyordu. Siniri, ölü umutlarını ve bitkinliğini içinde saklıyordu.
"Seni kurtardım," dedi, alelacele, kadının yumruğunu gözlerinden birinde patlatmasından endişe ediyordu. "Oradaydın, seni ben buldum ve hastaneye getirdim," dediğinde, yeşil gözlerindeki ifadenin nasıl değiştiğini fark etti. Şaşırmış görünüyordu. "Adını dahi bilmiyorum ama getirmeseydim, o kayalıkların arasında ölebilirdin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SPY
RomanceArtık iki tane SPY var! Birisi İngilizce ve birisi Türkçe olmak üzere... 2014 yılından beridir Türkçe üzerinde çalışıyorum, şimdi sizin için ikisini de aynı anda yayınlayacağım, çok heyecanlıyım, umarım benim kadar siz de heyecanlısınızdır! "Onca za...