KUŞ

57 2 0
                                    

Sonbahar yine bolca rüzgarla gelmişti. Yapraklar ölüme gidercesine çığlık çığlığa dökülüyorken ağaçlardan, yağmur, tıpkı acı dolu bir annenin gözyaşları gibi akıyordu bulutlardan. Gökyüzünde, göç eden bir kuş kabilesine ilişti gözleri Hidekinin sabahın serin saatlerinde. Çünkü bir düzen eşliğinde yağmura rağmen direniyor, amaçları uğrunda ellerinden geleni yapıyorlardı. İilgisini çekmişti ve onları izlemeye başlamıştı. Fakat birden bire beklemediği birşey olmuştu. Aralarından biri şiddetle esen rüzgara dayanamamış ve savrulmuştu. Hızlıca Hidekinin camına çarpıp başını vurmuştu. Hideki bu olay karşısında kaskatı kesilmiş öylece dona kalmıştı. Camdan aşağıya doğru yavaşça akan kanı görünce, düşüncelere daldı Hideki istemsizce. Onun için uçmak neydi, yağmur ve rüzgar neydi, savrulup düşmek, ölmek neydi. Peki ya kan? Kan neydi? 
Bir an kafasına yukarıya kaldırdı ve bu olay karşısında hiçbir şey olmamamış gibi bir saniye bile duraksamadan yoluna devam eden diğer kuşları gördü. Neden biri bile olsun durmamıştı, neden biri bile bu kuşu kurtarmak için gelmemişti, arkadaş değiller miydi? Neden bu kuşu öylece ölüme terk etmişlerdi?
Bir ses duydu. Kuşun düştüğü yerden, pencerinin altından geliyordu. Hemen pencereyi açıp kuşa ne olduğunu öğrenmek istedi. Bir de ne görsün! Kuş, son anlarında bile kanat çırpıyor, aldığı o büyük darbeye rağmen "beni bekleyin, geri kaldım" dercesine çırpınıyor, uçmak için gayret ediyordu. Fakat fazla dayanamadı ve oracıkta can verdi. Bu durum ona kendisini, geçmişte yaşadığı zorluklar karşısında aynı bu kuş gibi yere yığılıp kaldığı günleri hatırlatmıştı.
Hemen kapıya koltu ve dışarı çıktı. Kuşu öldüğü yere, pencerinin dibine gömüverdi. Elleri titriyordu Hidekinin. Sonra içini çekerek "Zavallı kuş" dedi ve eve geri döndü.

Hidekiye göre gerçek dünya ölü bir bedenden başkası değildi. Çünkü gerçek dünyayı var eden insanlardı. Fakat insanlar gerçek dünyanın kıymetini bilmiyordu bu yüzden dünya unutuluyor ve ölü bir yere dönüşüyordu. Aslında ona göre insanlar hayata dair hiçbir şey bilmiyordu. Herşeyi sıradan birşeymiş gibi görüyorlar ve umursamıyorlardı. Hideki ise insanların bu güzellikleri görmelerini, fark etmelerini ve değer vermelerini istiyordu. Bunun için çok çabalamıştı fakat başarılı olamamıştı. Ne zaman evrende olup biten olaylara karşı olan düşüncelerini çevresindeki kişilere anlatmak istese kimse onu dinlemiyor, alaya alıyordu.
Hideki onlar gibi biri değildi çünkü o doğayı inceliyor, hayretler içinde kalacağı yeni şeyler öğreniyor ve bunlardan zevk alıyordu. Güneşe baktığı zaman samimiyeti ve sıcaklığı, kuşlara ve bulutlara baktığı zaman özgürlüğü ve çiçeklere baktığı zaman da masumiyeti görüyordu. Onun için herşeyin bir anlamı ve amacı vardı. İşte Hideki böyle biriydi, o herşeyin farkındaydı ve bu da onun 'fark'ıydı.

Hideki böylesine yalnız oluşundan uzunca bir süredir şikayetçiydi çünkü onu anlayan dinleyen hiç kimse yoktu. Uzun uzun düşündükten sonra bu dünyada daha fazla yaşayamayacağını anladı ve başka bir dünyaya gitme kararı aldı. Fakat gidebileceği başka bir dünya yoktu. O da ölü olan gerçek evreni diriltmeyi düşündü ama bunun olabilmesi için dünyann ruhunu geri getirmesi gerekiyordu. Fakat insanları değiştiremiyordu çünkü insanların ruhu ölmüştü. Bu sebepten dolayı bu şıkkı elemişti. Geriye sadece kendi ruhu kalmıştı o da ruhunu kullanarak bu dünyayı diriltebileceğini düşündü ve bunu yaptı. Kendi ruhunu gerçek dünyanın bedenine sokuverdi ve kendi dünyasını oluşturdu.
Bu dünyada yalnızca kendisi yaşamaya başlamıştı. Yalnızlık gelip çatmadan hemen kendine bir dost edindi. En sevdiği defterinin adına Hayalperest koyarak onunla konuşmaya başladı. Yaşadıkları karşısında düşüncelerini bu deftere işliyordu.
Böylelikle yalnız kalıp ruhu ölmüyor, dünyanın da bedeni ruhsuz kalmıyordu. Aksine yazdığı her cümle bu dünya için yeni bir ruh oluyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 24 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

HAYÂLPERESTİN KÂBUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin