♪Justin Bieber - She Don't Like The Lights ♪ ile okuyun. Biterse başa sarın.
Anladığım kadarıyla, herkesin payına bir mucize düşüyor. Mesela muhtemelen bana asla yıldırım çarpmayacak ya da Nobel Ödülü alamayacağım ya da Pasifik adalarındaki küçük bir ulusun diktatörü olmayacağım ya da son evre kulak kanserine yakalanmayacağım ya da bir anda delirmeyeceğim. Ama bütün ihtimal şeyleri düşünürseniz, en azından biri muhtemelen her birimizin başına gelecektir. Gökten kurbağa yağdığını görebilirdim. Mars'a ayak basabilirdim. Bir balina tarafından yenebilirdim. İngiltere Prensi'yle evlenebilirdim ya da denizde aylarca hayatta kalabilirdim. Ama benim mucizem farklıydı. Benim mucizem şuydu :
Ne olduğunu bile bilmediğim biri gelip hayatımın merkezine oturacak, tahmin bile edemeyeceğim sırları aralamama yardım edecek bir KILAVUZ'du...
"Lucy uyanmayı düşünüyor musun? O koca poponu kaldıracak mısın yoksa gelip ben mi kaldırayım?"
Annemin tiz sesi kulaklarımı tırmaladığında suratimi buruşturarak yataktan kalktım. Okulun ilk günü değildi ama annem her gün ilk günüymüş gibi davranırdi. Bu konuda benden daha heyecanlı oldugu çok açık.
Yataktan kalktıktan sonra banyoda elimi yüzümü yıkayıp, gözlerimi çapaklardan arındırdım ve koşar adımlarla şöminenin başına asılmış çoraplarımı almaya gittim. Bu soğuk kış günlerinde en sevdiğim şeylerden biriydi. Annem, ben uyanmadan önce giyeceğim kıyafetleri ve çorapları şöminenin başına asar, sıcak taptaze peynirli poğaçalar pişirir ve ılık süt hazırlardı. Ben uyanmadan bunların hepsi hazır olurdu.
Annem oldukça dakik ve düzenli bir kadındı. Her işi düzenli bir şekilde yapar, etrafındakiler de aynen böyle yapsın isterdi. Yani bilimsel olarak simetri hastalığı olan bir kadındı. Babam da onun aksine her şeyi akışına bırakan bir adamdı. Olacak şeyleri önceden tahmin etmenin imkansız olduğunu duşunur, her şeyi planlı yaşamanın yanlış olduğunu savunurdu. Onlar aynı yapboz parçaları gibiydiler. Her konuda, daima birbirlerini tamamlıyorlardı. Birbirlerine duydukları sevginin ne kadar fazla olduğunu bilemiyorum ama annem ve babam birbirlerine sonsuz saygı duyuyorlardı. Sadece birbirlerine değil her canlıya, her varlığa saygı duyuyorlardı.
Annem ve babam üniversitede tanıştıklarından beri birbirlerinden ayrılmamışlar. Yaptıkları her çalışmanın altında ikisinin de imzası yer alırmış. Yedikleri içtikleri ayri gitmezmiş. Başarıları da, başarısızlıkları da ortakmış.
Şimdi babamın griye çalan dağınık saçları ve ne yaşadığını ele veren yorgun mavi gözleri eskiden tüm kızları peşinden koşturan simsiyah dağınık saclar ve içi parıldayan okyanus mavisi gozlermiş. Annem de ondan geri kalmazmış. Şimdi kızıl olan hafif dalgalı saçları, alın kırışıklıkları ve güçsüz olmadığını kanıtlamaya çalisan sert ela gözleri eskiden girdiği ortamda tüm ilgileri aniden üzerine toplayan kahverengi kıvırcık saçlar, pürüzsüz bir cilt ve masum bir çift ela gözmüş. Zaman onlara acımamış. Yaşlanmışlar ama hâlâ bunu belli etmiyorlar.
Onlar İngiltere'nin dünyaya kazandırdığı en önemli kimyagerlerden Amy ve Anthony CARTER. Yaşlanmış olmalarına aldırmadan hâlâ bodrum katımıza kurdukları bir labarotuvarla tutkunu oldukları mesleğe devam ediyorlar. Bazen benden daha genç olduklarını düşünüyorum. Başkası olsa emekliliğini dört gözle beklerdi. Ama bu tutku; meslek aşkından farklıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kılavuzum Bir Zompir. (Harry Styles Fan Fiction)
FanfictionEy uzun süren yasımın tanığı olan kişi! Ey yaşananların arkasındaki sırları aralamaya çalışan sabırlı okur! Sana aynı bedende iki farklı ruhu taşıyan varlığı anlatacağım. Tek bedende hayat bulup, iki ruha sahip olan bir insanın dünyaya geliş hikâyes...