Bölüm 1

561 22 4
                                    

Merhabalar bu hikayemde beni yalnız bırakmayacağınızı umuyorum. Yetişkin içerikli bir kitap olacaktır baştan uyarıyorum. Yorumlarınıza göre devam edeceğim lütfen belirtin. O zaman başlayalım. Iyi okumalar :)

"Ağabey hadi diyorum sana bütün gün seni bekleyemem." Genç kız elinde tutuğu kitapları kolunun altına sıkıştırıp saçını düzeltti kapının yanındaki aynadan. Tıp üçüncü sınıf öğrencisiydi. Uçuk pembe saçlarını bugün kıvırcık yapmayı tercih etmişti. Kocaman pamuk şekerini andırıyordu. Mavi büyük gözlerini sürme çekerek ön plana çıkarmıştı.

"Geldim be kızım patlama."

Hilal hafif topuklu çizmelerini giydi ayağına, bugün tiyatro çalışması vardı. Bir yıldır gizliden gizliye içinde büyüttüğü aşkı Berke de orada olacaktı. Bugün kendine ayrı bir özen göstermişti. Kırmızı kayık yaka mini üzerine yapışan elbisesiyle hem sade hem de çok şık olmuştu. Havalar bu kadar soğuk olmasa her sabah abisini bekleme işkencesine mecbur kalmayacaktı.

Ali Kemal şoför koltuğuna yerleştiğinde genç kızın içini garip bir his kapladı kendisini huzursuz eden bu duygu ile nasıl baş edeceğini bilmiyordu. İyi bir şeyler olmayacağı açıktı. Annesi altıncı hissinin bu denli kuvvetli olmasını saf kalpli olduğu için ona bahşedilen bir hediye olduğunu söylüyordu. Bu bazen çok can sıkıcıydı.

"Dikkatli ol olur mu ağabey?" Ali Kemal sanki onu yeni fark etmiş gibi baştan  aşağıya süzdü.

"Hilal sen bugün niye böyle süslendin?"

"İçimden geldi."

"Bana bak sen bir işler mi karıştıyorsun?"

"Of yine ne saçmalıyorsun." Hilal çamurlaran çizmelerini silmek için torpidodan ıslak mendil alıp eğilmişti. Işi bitip başını kaldırdığında Ali Kemal'in açılan yakasına baktığını fark etti. Hemen önünü toparlayıp yerine sindi. Bazen bu adamın bakışlarından ürküyordu. Bacağında hissettiği parmaklar ile yerinde kıpırdandı. Ali Kemal vites değiştirirken yanlışlıkla bacağına dokunmuştu. Bunu hep yapıyordu dikkatsiz bir insan olduğunu düşünürdü hep ağabeyinin.

"Neden bu yola sapıyorsun?"

Her zamanki yoldan farklı bir yöne dönmelerine şaşırdı.

"Seninle bir şey konuşmak istiyorum Hilal."

"Okula geç kalacağım ağabey başka zaman konuşuruz."

"Bana ağabey demeyi kes artık!"

Ali Kemal artık bıkmıştı bu durumdan. Karşısındaki kızın hiç bir şeyden haberi yoktu. Kendisine ağabey demesi sinirini bozuyordu. Anne ve Babası Hilal'ı evlat edindiklerinde küçücük bir bebekti. Mavi gözleri pamuk teni ile biblo bebekleri andıran şirinlik muskasıydı. Onu hep korumuştu. Zaman geçtikçe işler değişmişti Hilal büyüyüp serpilmiş görenleri bir daha baktıracak genç kız olmuştu. Uzundu neredeyse kendi boyuna eşitti. Beline kadar uzattığı kendi sarı boyattığı için pembe olan saçları vardı. Hele vücudu harikaydı. Aynı ev içinde yaşıyorlardı. Hilal'ın haberi dahi yoktu ama onu çıplak görmüştü. Giyinirken izlemişti. Yanlış yapmıştı biliyordu fakat kalbine söz geçiremiyordu. Aynı çatı altında olup ona ulaşamamak onu deli ediyordu. Ilk once öz kardeş olmadıklarını açıklayacak sonrada aşkını itiraf edecekti. Ali Kemal'in aşk tanımı saplantıdan baska bir şey değildi. Hilal'ın dolan gözleri ile kendine kızdı. Dışarıya karşı kendinden ödün vermeyen genç kız sevdiklerinin en ufak kötü hareketine kırılır bazen kötü bir bakış ile saatlerce ağlardı. Ali Kemal takım elbisesinin kravatını çekiştirdi tam konuşacağı sırada sağ yan taraftan bir araba onlara vurmuştu. Savrulan araç kayaya çarptığında Hilal yüksekten düştüğünü hissetti. Küt sesinin ardından gözlerini araladı. Uçsuz bucaksız yemyeşil bir araziydi burası. Gürül gürül akan dingin bir nehir vardı. Ağabeyinin endişeli bakışları arasında doğruldu. Kaşına akan sıcaklığa elini götürdüğünde kırmızı metal kokan sıvıyla karşılaştı. Ali Kemal gömleğinin ucunu koparmış başına bastırıyordu.

"Güzelim iyi misin he çok ağrın var mı?"

"Iyiyim de nereye geldik biz burası neresi?"

"Bilmiyorum umarım hepsi birer kabustur. Yürüye bilecek misin?"

Ikisi yola koyulduklarında kuzeye doğru yürüdüler. Kabus olamayacak kadar güzeldi. Uçan kuşların cıvıltıları ormandan gelen başka hayvanların seslerine karışıyordu. Bulutlu ve temiz hava vardı. Hafif tatlı esen meltem genç kızın saçlarını okşuyordu. Ağaçların sıklaştığı alana girdikleri zaman önlerinden geçen kocaman geyik ile şaşkına döndüler büyüleyici güzellikteydi.

Burası Istanbul falan değildi. Nereye geldiklerinden zerre fikirleri yoktu. Trafik kazası geçirmişlerdi gittikleri yol, bilinmeze doğru çıktıkları yolculuk olmuştu.

"Korkma Hilal tamam mı elbet birilerini bulup öğreneceğiz ne olduğunu." Alnına konan öpücükle genç kız başını salladı.

Yürüdüler yürüdüler yürüdüler bacakları ağrıyana kadar yürüdüler. Zaman akmıyor gibiydi güneş çok az yerinden kıpırdayıp ufuk çizgisine yaklaşmıştı. Şimdiye dek akşam olması gerekirdi. Daha önce gördükleri geyik hızlıca onlara doğru koştuğunda ağacın arkasına saklandılar. Onlarca atlı avcı peşinden geliyordu dört nala. Atların dövdüğü toprak havaya kalkıyordu üzerindeki çimler ile birlikte. En önde diğerlerinden farklı giyinimli başında taç olan birini fark ettiler. Kırmızı pelerinliydi. Altın işlemeleri vardı. Geyik önlerinden geçip nehrin diğer tarafına sıçradı zıplayarak. Ali Kemal, geyiğe saplanan ok ile çığlık atan Hilal'ın ağzını kapatmıştı ama geç kaldı. Ses diğerleri tarafından çoktan duyuldu. Miray saçlarının içinden geçen ok ile nefesini tuttu. Ok ağaca gürültü ile saplanmıştı, tam kulağının yanında sallanan demir parçasına bakıyordu. Bir iki santim yönünü şaşırsa tüm yüzünü dağıtabilirdi.

Taçlı adam tüm heybetiyle karşılarında durdu. Askerler prenslerinin önünde diz çökmeyen bu iki yabancıya baktılar. Üzerlerindeki giysiler çok farklıydı. Bir asker atından inerek kadın ve erkeğin karşısına dikildi.

"Kimsiniz ? Topraklarımıza nasıl girdiniz?"

Hilal ve Ali Kemal askere baktı. Üzerinde demir halkalardan yapılma zırh, deri kıyafetleri ve kocaman kılıcı vardı. Hilal o kadar çok korkuyorduki kalbi göğüs kafesini delip geçecekti. Ali Kemal bir adım ileri atıldığında boğazına dayanan kılıç ile olduğu yerde kaldı.

"B-biz kaza geçirdik, kendimizi burada bulduk." Hilal titreyen sesi ile konuşabildiğine şükretti.

Prens Leonidas duyduğu meleksi melodiyle şok geçirerek atından indi. Genç kızın yanına gelip sapladığı oku çıkardı. Pembe saçlar güneş ışığı altında parlıyordu. Rüzgar saçlarının kokusunu burnuna doldurmuştu. Değişik ama güzel kokuyordu. Sağ elinin deri eldivenini çıkarıp pembe saçlarda dolaştırdı. Kızın yere bakan çenesini tuttup kaldırdığında mavi gözler kahverengilerle buluştu. Daha önce kimsede bu denli saç ve göz görmeyen prens afalladı. Bu diyarlara ait olamayacak kadar güzeldi. Üzerinde değişik giysiler vardı. Ülkesindeki kadınlar böyle giyinmezdi. Yan tarafta zorluk çıkaran adam da değişik giyinmişti. Ne yukarı ne aşağı toprakların insanı değillerdi. El hareketi ile sinirlerini bozan adamın sesinin kesilmesini sağladı.

Hilal başına değen eli ittirerek geri kaçtı. "Dokunma bana."

Adam konuşmuyor dümdüz kendisine bakıyordu. Bu durum onu daha çok tedirgin etti. Prens eline bulaşan kanı yaladığında Hilal midesinin bulanmasına engel olamadı. Leonidas'ın işareti ile sağ kolu Sör Alex siyah kapüşonlu pelerini kıza uzattı. Miray önüne uzatılan pelerini yere attı. Yanağında hissettiği yanma hissi ile gözlerinin kapanması bir olmuştu.

Prens Leonidas'ı hic kimse küçük düşüremezdi. Onun pelerinini yere atmakta ne demek oluyordu. Hem topraklarına izinsiz girecekti hem de emirlerine uymayacaktı. Böylesi mümkün değildi. Kızın bayılmasıyla onu atının terkisine atıp yola koyuldu. Orman yolu bitip kalesine geldiğinde halkı selamlayarak içeriye girdi. Halk şimdiden pembe saçlı kızı konuşmaya baslamıştı. Kimisi vaad edilen prensesin geldiğini söylüyor, kimisi bu yabancının onların sonunu getireceğini iddia ediyordu. Asırlardır türkülere konu olan pembe saçlı deniz gözlü kadının bu krallığa neler getireceğini zaman gösterecekti.

ZAMANSIZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin