Vakit gelmişti...
Günlerdir gerçek anlamda tüylerimi diken diken yapan, geceleri dehşetle boşluğa düşüyormuşum hisleri yaşatan acımasız gerçeğe birkaç adım uzaktaydım. Her adımımın beni ölüme götürdüğünü bilmem midemi bulandırıyordu. Ağzımda oluşan iğrenç tat durumu kolaylaştırmıyordu.
Annemle vedalaşmamıştım bile. Bunca olayın içinde onu unutmuştum. Bu düşünceyle burnumda bir sızı oluşmuştu. Nasıl bu kadar nankör olabilirdim?
Salonun ortasında bir çember yapmış beni bekliyorlardı. Çember gözümde bir kuyuyu andırmıştı. İçinden ateş püsküren, kurbanını yutan bir kuyu. Kuyunun başında ise büyük şeytan Xavier vardı. Gözlerinin rengi artık soluk mavi değil, gecenin korkunçluğu kadar kırmızıydı. Yorgun fakat iştahlı bir ifadeyle bana gelmem gerektiğini gösteren bir işaret yaptı. Zamanın gelmiş olduğu gerçeğiyle Nathan'ın kollarına atmak istemiştim kendimi. Onda kaybolmak. Sonuçte onda güvendeydim değil mi? O beni korurdu.
Ama öyle olmadı. Nathan hiçbir şey söylememiş, gözlerime bile bakmayarak iyice beni umutsuzluğa sürüklemişti. Belki de bitmeliydi. Korkak olmak işime gelmezdi bu durumda. Kimse ben korktuğum için olayı bitirmezdi. Bunu iyice kabullendim be kaşlarımı çattım. Sessizce ortalarına geçtim.
"Burada kalacağım, onun güvende olduğunu görmem gerek. Anlaştığımız gibi sadece yemini geçerli kılacak kadar kan içeceksiniz. Daha fazlasını yaparsanız anlaşmamız biter ve neler olabileceğini tahmin bile etmek istemezsiniz." diyen Nathan hırlar gibi konuşmuştu. Durdum ve ona doğru döndüm. Bakışlarımız kenetlenince içimde biraz da olsa soğuk sular akmıştı. Ama bu Xavier'ın dondurucu sesini duyana kadardı. "Umarım sen de anlaşmamıza uyarsın." demişti dişlerinin arasından.
Bu anlaşma işi ne kadar işime gelse de ne olduğu konusunda biraz endişelenmiştim çünkü bu Xavier'dı. Onun yıllar önce çarkı duran kalbi asla karşılıksız bir şey yapamayacak kadar paslanmıştı. Bu anlaşmanın ne kadar korkunç olabileceğini düşünmek bile istemiyordum. Belki de önemsiz bir şey de olabilirdi ama düşündüğüm gibi, bu pek olası görünmüyordu.
Nathan'ın benim kanım tüm vücudumdan çekilirken ne yapacağını merak ederken parfüm şişesini burnuna dayamasıyla cevabımı bulmuştum. Aslında bunun bir çözüm yolu olacağına pek inanmıyordum. Kanımın tadına bakmak istemez miydi? Sonuçta o bir vampirdi. Bizim hayat kaynağımız nasıl su ise onunki de korkunç olsa da kandı. Gözlerimi bir bıçak gibi ona sabitlemiştim. Annemin hayatına karşı kendimi köle ettiren lanet yemin, işte şimdi başlıyordu. Hayatım neden böyleydi, neden diğerleri gibi değildim hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şeyi çok geç olsa da fark etmiştim artık.
Ben korkmadığımı sansam da korkuyordum. Hem de çok korkuyordum.
Xavier kan içmekten iyice kırmızılaşan dudakları aralandı ve zamanın geldiğini söyledi. Bana doğru attığı her adımda adeta beynimde tufanlar kopuyordu. Tüm hayatım, babam, annem, ölen erkek kardeşim ve kaybettiğim arkadaşlarım tek tek gözlerimin önünden geçmeye başladı. Demek böyle bir şeydi, sonunun geldiğini anlamak bunları hatırlatıyordu.
Korkuyordum, lanet olsun ki korkuyordum. Babam aklıma gelse bile korkmam kendimden nefret etmek için sebeplerime sebep katıyordu. Her zaman babamın kızı olduğumu zannetmiştim fakat şuan acınası bir haldeydim. Ben babamın gösterebileceği cesaretin çeyreğini bile gösteremiyordum işte. Yıllarca gösterdiğim o cesaret sandığım şey aslında benim bir bataklıktaki çırpınışlarımdı. İnsanların ölmeden önce sona geldiklerini hissettiklerini duymuştum. Yalan değilmiş diye yavaşça gözlerimi kapadım.
Aradan birkaç dakika geçmesine rağmen kimse bir şey yapmamıştı. Uyuşmuş beynime verdiğim komutla zar zor gözlerimi açtım. Açmamla gözlerimi ne olduğunu anlamak istercesine hafifçe kısmıştım. Xavier eliyle bastırdığı ağzını açtı ve bağırmaya başladı. "Amına koduğum ergeni inandın mı göööt?! Lan sen başımıza amma bok çıktın! Gerzek ergen gerçek mi sandın bunları beyinsiz? Biraz büyü artık. Vampir diye bir şey olabilir mi lan? Sen çok Alacakaranlık okumuşsun ezik. Şunun tipe bak lan. Nathan gel gel, gel de şunun şu tipine bak. Nasıl bi malsın anlamadım ki." demesiyle odadaki herkes kahkaha krizine girmişti. Hepsi gözlerindeki yaşı silmekle meşguldü. Bense kaşlarımı çatmış hala neler döndüğünü anlamaya çalışıyordum.
Nathan bana doğru geldi ve pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladı. "Salak mısın sen kızım? Ben senin gibi bi embesili sever miyim sence? Hiç tipim değilsin. Baban da birkaç gündür bizim depoda konaklıyor. O da bizimle anlaşmıştı ama bence artık bu olaydan sonra evlatlıktan reddeder. Kaçıncı yüzyılda yaşıyosun onuda anlamadım ki artık. Şuraya bak." demesiyle gözlerimi hiddetle açtım. Parmağıyla gösterdiği yere bakınca yeşilliklerin arasına gizlenmiş kamerayı gördüm. Beynimde rengarenk ışıklar sönüp yanıyordu. Bunu bana nasıl yapabilirlerdi? Kandırılmanın verdiği ihanet duygusuyla kendi kendime gülmeye başlamıştım.
Nasıl bir malım ben? Vampir diye bir şey olamayacağını anlamam gerekirdi deyip kendime kızmaya başladım. Kendimi bok gibi hissediyordum. Resmen mal yerine konulmuştum. Konulmuştum demek yanlış olurdu. Çünkü zaten maldım. Konulmama gerek yoktu, hep o pozisyonu dolduruyordum zaten. Sinirlerimin tepeme çıkmasıyla hızlıca ayağa kalktım. Nathan'ın söylediği laflar beynimde köşe kapmaca oynuyordu. Ona "Acımasız göt kalpli domuz gözlü herif." diye bağırmak istemiştim. Bağırmamak için kendimi öyle sıkıyordum ki dişlerim kırılacak sandım.
Odaya bir anda babamla annemin girmesiyle gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Onların arkasından bir sürü kameraman ve jilet gibi ütülü, pürüzsüz ciltli, elinde mikrofon olan bir adam girdi. Direk önüme geçti ve mikrofonu ağzıma doğru tutmaya başladı.
"Söyleyin bakalım Bethany Hanım, evebeynlerinizin oynadığı bu oyunda neler hissettiniz?" dedi ve karizmatik bir gülüş yaparak kameraya yöneldi. Artık duygularım süngere çekilmişti. Bu kadar odunluk karşısında duygularım ne hissedeceğini bilmiyordu. Babamın ölmediğine mi sevineyim, bana oyun oynadığına mı yanayım, bu insanların beni ölümüne korkutup yaşamımı çekilmez hale getirdiklerine mi kızayım? Hele Nathan'ın sözleri kalbimi burkmuştu. Acaba gerçek ismi Nathan mıydı? Yoksa sadece oyun için kullandığı ismi miydi?
Cevap vermeyip süzgün umursamaz gözlerle onlara baktığımı gören tüm herkes sessizliğini korumuş cevabımı bekliyorlardı. Ben de istediklerini verdim onlara. "Siktirin." dememle sunucu olduğunu anladığım adam kameralara mahcup bir gülüş gönderdi.
"Gördüğünüz üzere Bethany şuan hayatının şokunu yaşıyor! Eğer sizler de arkadaşlarınıza, ailenize böyle oyunla oynamak istiyorsanız, unutmayın her zaman buradayız! Tek yapmanız gereken altta görünen numarayı aramak ve oyununuzun zevkini çıkarmak!" dedikten sonra arkadan boğuk bir ses "Kestik!" diye bağırdı. Sunucu sunmayı bıraktığı anda bana dönüp gözlerini devirdi. Ben de umursamadan annemlerin yanından geçip gittim. Bir daha suratlarına bakabileceğimden emin değildim.
BİR YIL SONRA
"Bu konuyu kapatsanız artık?" dedim bezmiş bir halde. Peyton gelen geçen herkese bana yapılan iğrenç şakayı anlatarak sinirlerimi yıpratıyordu. Dinleyen herkes gülmekten bir yerlerden düşüyorlardı.
O günden sonra babamla annemin suratına bir daha bakmamıştım. Aramız olabildiğince açılmıştı. Nathan olduğunu sandığım çocuksa aslında ismi "Steven" olan bir oyuncu çıkmıştı. Beni o günden sonra hiç aramamıştı ama ben her gün onun ne yaptığını düşünmüştüm. Bir süre sonra geçmişti ama. James ise bana karşı yumuşamıştı. Hatta birkaç aydır beni anlayan tek kişiydi. Onunla oldukça fazla vakit geçirmeye başlamıştım. Normal bir durumda onunla takılmak aklımın ucundan bile geçmezdi ama şuan bana en samimi gelen oydu. Halimi siz anlayın.
Aslında ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Bana kimsenin davranmadığı kadar nazik davranmıştı ve bir süre sonra beklenmedik bir hamleye bana çıkma teklifi etmişti. Ben de kabul etmiştim. Ne zararı olabilirdi? O da bir kurt adam çıkmazdı herhalde.
Bu gece onunla sinemadan dönmüştük. Dolunay vardı. Dolunaydan nefret ediyordum artık. Bu düşünceyl kafamdan atmaya çalışırken evimin kapısına kadar gittim. Arkamdan James'in ayak seslerini duyabiliyordum. Arkama döndüğümde bana iyice yaklaşmıştı. Nefesi nefesime karışırken gözlerinin içine bakıyordum. Birden gözlerinde bir şey olduğunu fark edince biraz geriledim. İyice bakınca göz renginın değişmeye başladığını gördüm.
"Yok daha neler!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köle
VampireYutkundum ve göz yaşlarımı sildim. Ne isteyecekti ki? "Adın ne?" "Bethany." dedim. Sesim titriyordu. "Sevgili Bethany,bugün babanı öldürdük.Anneni de öldürmek için gelmiştik. Fakat yapacağın bu anlaşmayla annenin hayatına karşılık kend...