Bir anda ayağa fırlamıştık. Çadırın etekleri havalanmış, herkes çadırın sağından solundan koşturarak çıkıyordu. Hiç kimse çadırın kapısından çıkmaya yeltenmiyordu. Gündüz normal zamanlarda çadırın bağlı olduğu iplerin arasından yürüyemeyen ben bile ceylan misali sekerek geçivermiştim iplerin arasından.
Kantinin hemen arkasındaki top alanına varmam uzun sürmemişti. Ama birinci top ile aramdaki açık alan bir an tereddüt etmeme neden oldu. Dolunay şimdi aleyhimizeydi işte. Her an bir şerefsizin kurşunu isabet edebilir, daha tek mermi bile sıkamadan şehit olabilirdim. Ben bunları düşünürken Erzincanlı Ahmet onbaşı bir anda yanımdan fırlayıp geçti. Birinci topu koruyan kum torbalarının önüne atıverdi kendini. ''O geçtiyse ben de geçerim'' dedim kendi kendime. Koşturarak Ahmet onbaşının yanına gittim. Soluk soluğa kalmıştım. Ama koşturmaktan değildi soluk soluğa kalmam. Yaşadığım ilk baskındı bu. Heyecandan başım dönüyordu. Ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Duyduğum o ''Ateş'' sesi ve ardından gelen müthiş gümbürtü beni kendime getirmeye yetmişti. Birinci top ateşlenmiş ve biz namlunun tam altındaydık. Derken ikinci ve üçüncü toplarda ateşe başladı. Ortalık mahşer yerine dönmüştü. Toplar birbiri ardına ateşleniyor, onbaşı, çavuş ya da er demeden herkes bir şeyler yapıyordu. Derhal yerimden fırlamış, hemen top mevzisine girmiştim. Sedat uzman topun namlusuna yükseliş veriyor, Samsunlu Selim onbaşı'da mermiyi namluya sürüyordu. Her üç topun'da kendisine ait cephaneliği vardı. Bizim cephanelik iki metre ötedeydi ve tabii ki mermileri getirmek için açık alandan geçmek gerekiyordu.
Çatışma yoğunlaşmış, açık alana PKK mermileri düşmeye başlamıştı. Topların namlusundan çıkan alev maalesef yerlerinin belli olmasına neden oluyordu. Sağda solda koşturan, toplarına mermi taşıyan askerler artık açık hedef konumundaydılar.
Yedek mermilerimiz tükenmeye başlamıştı. Birimizin cephaneliğe inip mermi alması gerekiyordu. İzli mermileri kollamaya başladım. İzli mermiler kırmızı bir iz çıkararak ilerliyor ona kanıp kafasını biraz kaldıran askerler alttan gelen ve gözle görülmeyen çelik mermilerin hedefi oluyorlardı. Allah'tan bu tuzağı hepimiz biliyorduk. Ancak mermimiz bitmek üzereydi. Tüm cesaretimi topladım ve bizim topun cephaneliğine koştum. Derhal zeminden birkaç basamak aşağıda olan cephaneliğe indim. Cephaneliğe indiğimde Ahmet onbaşı oradaydı. Çoktan kasaları açmaya başlamıştı. Ahmet onbaşının açtığı kasaların birinden bir top mermisi kaptığım gibi hemen birinci bataryaya koştum.
Her bir top, personeli ve cephanesiyle birlikte bir top bataryasını oluşturuyordu.
Selim ''nerde kaldın?'' dercesine yüzüme bakmıştı. Derhal elimdeki mermiyi namluya sürmüş ve yeni bir mermi almak üzere cephaneliğe inmiştim. Artık robotlaşmış gibiydik. Ahmet onbaşı cephanelikte yeni kasalar açıyor, ben mermileri taşıyor, namluya sürüyordum. Sedat uzman namluya yan ve yükseliş veriyor, Selim onbaşı'da namluyu kilitleyip topu ateşliyordu.
Birden Cengiz yüzbaşı geldi bataryaya. Öfkeden deliye dönmüştü.
-Neden size verdiğim koordinatlara atış yapmıyorsunuz Sedat çavuş? Derhal görerek atışı kesin!
-Emredersiniz komutanım!
Neden sonra fark etmiştik PKK ateşinin kesildiğini. Kaçıyordu şerefsizler. Aslındateröristlerin kaçtığını ilk fark eden Cengiz yüzbaşı olmuştu. Biz çatışmanın heyecanıyla fark edememiştik kaçtıklarını. İzli mermilerin geldiği yönlere atış yapmış, böylece karakolun ele geçirilmesini önlemiştik. Şimdi Cengiz yüzbaşının verdiği emri yerine getirmek, şerefsizlerin kaçış yollarını başlarına yıkmak gerekiyordu.
Çatışma sona ermişti. Gün ışıyana kadar kontrol amaçlı olarak atışlara devam ettik. Atış alanında iki yüz elli boş kovan saymıştık. İki yüz elli top mermisi demekti bu.
YOU ARE READING
ÇATIŞMA
Short StoryŞırnak, ah Şırnak. Kaç ana kuzusu senin bağrında toprağa düştü bilir misin?