Akşam yemeği için sıraya girerken gözlerim Hardwin'i arıyordu.Kütüphane cezasının bir saat önce bitmiş olması gerekiyordu ama hala ortalarda görünmüyordu.Katie ve onu bankta otururken gördükten sonra koridorlarda boş boş dolanmış; arada bir revirden çıkan ve düşmek üzere olan birkaç kişiyi odalarına bırakmış ve kelepçemi odanın kapısına çarptırarak ritim tutturmuştum.Hardwin'in kitaplarını karıştırmıştım ama bana uyan bir şey bulamamıştım.Virginia Woolf, James Joyce ve çok şaşırtıcı bir şekilde Sophie Kinsella okuyordu.Elime aldığım pespembe kapaklı ''Alışverişkolik ve Ablası'' kitabını karıştırmaktan kendimi alamamış ve bir oturuşta yüz sayfasını okumuştum.Ardından yemeğe inmiştim çünkü karnım zil çalıyordu.Yoksa biraz daha kitap okuyabilirdim.
Tepsimin üçte ikisini bile kaplamayan fırında balık, makarna ve salata ile boş bir masaya oturdum.Salatama birazcık tuz ve sirke dökerken bir yandan da balığı inceliyordum.Bu bir somon muydu yoksa levrek mi? Emin olamayınca çatalımın ucuyla balığın derisini didiklemeye başladım.Makarnanın içinde gene o tatsız turuncu şeylerden vardı.Ben yemeğimle uğraşmaya devam ederken birisi masama izin almadan oturdu.Kafamı kaldırdığımda üzerinde beyaz takımı yerine mavi tişörtlü ve deri ceketli Dakota'yı buldum.Elinde lacivert bir suluk vardı ve bana kaşlarını kaldırarak bakıyordu.Ben daha ağzımı açamadan öne doğru eğildi ve, ''Başımı belaya soktun,'' diye tısladı.Gözlerimi kırpıştırdım ve, ''Ne yapmışım ki? Daha geleli iki gün oldu.'' diye savunmaya geçtim ama Dakota buna zamanın olmadığını söyleyerek elini havaya kaldırdı.Balığı didiklemeyi bıraktım ve arkama yaslanarak kollarımı göğsümde kavuşturdum.Dakota devam etti.
''Görevim olan şeyleri yapmama engel oluyorsun.Bunu nasıl yaptığın konusunda hala bir fikrim yok ama kontrollere daha sık gelmeni istiyorum.Ayrıca, tüm gün boyunca ortada ölü gibi dolaşmayı da hemen kes.Birileri seni aramaya başlayana kadar da uyanmaya bak.Senin yüzünden müdürle başım belaya girebilir.Yemeğini bitir ve revire gel.'' Dakota ben hiçbir cevap veremeden masadan kalktı ve arkasına bile bakmadan yemekhaneden çıktı.O gittikten sonra ne demek istediği hakkında uzun uzun düşündüm ama şuan umrumda olan tek şeyin balığın cinsi olduğunu farkettim ve karnımı doyurmaya baktım.Will yemeğin sonlarına doğru elinde tepsisiyle bana doğru yürümeye başladı ama daha sandalyeyi bile çekemeden tepsiyi masaya fırlatıp dışarı kaçtı.Kustuğunu tahmin ediyordum.Balığı yemedim ve turuncu şeyleri makarnadan ayıklamak için yirmi dakikadan fazla zaman harcadım.Sonunda korumalardan biri geldi ve beni yemekhaneden dışarı attı.Olabildiğince yavaş adımlarla ıssız koridorlardan geçerek revire girdim.Revir geçen günkü gibi kalabalık değildi.Bir-iki kişi vardı onlar da uyuyordu.Dakota pantolon giymişti ve deri ceketini mavi sandelyelerden birine fırlatmıştı, ortalık dağınıktı.Yataklardan birine uzandım ve üzerimdekileri çıkarttım, kollarımı çıplak göğsümde birleştirip tavana bakarken ürperiyordum.Dakota yanıma geldi ve beni görünce kaşlarını çattı, sonra da pantolonumu bana fırlatarak, ''Sana soyunmanı söyleyen mi oldu?'' diye tısladı.Şaşkın şaşkın giyindim ve sırtımı dikleştirdim, Dakota mavi sandalyelerden birini çekti ve karşıma oturup bakışlarını suratıma dikti.Bana sanki çok zor bir trigonometri problemiymişim gibi bakarken bacak bacak üzerine attı ve dirseğini dizine koyarak yüzünü elinin içine yasladı.Bakışlarından rahatsız oluyordum ama en azından koluma iğne saplamıyordu.Bir süre daha bana baktıktan sonra, ''Nasıl hissediyorsun?'' diye sordu keskin bir sesle.
Balığın yediğim kadarının dahi tadından hoşlanmamıştım. O balık her nereye aitse orası somonların olduğu bir yer değildi. Will'in muhteşem girişini de düşününce suratımı ekşittim. "İyi."
Başını salladı ama cevabımla mutlu olmadığını da hissedebiliyordum. Beyazdan sarıya kararsızca geçmiş bir renkteki ufak bir kağıda kocaman harflerle "İYİ" yazdı. Bana tekrar döndü ve elindeki tükenmez kalemi parmakları arasında isterik bir şekilde hareket ettirişini izlemeye koyuldum. "Bu kadar mı?" dedim sonunda. Omuz silkti ama kalkmamı engelleyen tek şey buymuş gibi gözlerimi tükenmez kaleme dikmiştim. "Doktor Tarring?" diye onu uyardığımda kalemi ve kağıtlardan oluşan desteyi kenara bıraktı. Sandalyeden kalktı ve pencerenin önüne doğru yürüdü. Kendi kendine bir şeyleri saydı ve arada ilaç adı tarzında bir şeyler olduklarını sandığım Latince bir şeyler söyledi. Sonra ani bir şekilde bana döndü. "Çok iyi!" dedi heyecanla. "Harika!"
Donuk bir halde ayağa kalkmaya çalıştım. Soyunmama verdiği tepkinin aynısından başka bir şeyle karşılaşmadım. "Sana gitmeni kim söyledi?" diye bağırdı ama revirin öteki ucunda horuldayanların uyanmaması gerektiğini hatırlayınca sesini kıstı. Sandalyeye tekrar oturdu ama üzerindeki ölümcül hemşire havası ağı ağı dağılıyordu. Yine de Hardwin'i cezalandıran kadını tercih ederdim, kolum hala sızlıyordu ve geçen gece bu kadının kabuslarımda ortaya çıkması hoşuma gitmemişti. "Aslında kabuslar görüyorum." diye ekledim birden. Ölümcül hemşirenin gözleriyle beni baştan aşağı bir kez daha süzdüğünü açıkça görebiliyordum. Umursamaz bir mırıltı eşliğinde "Psikolojik destek için dilekçe yazmalısın."
"Ne psikolojik desteği?"
Bir hafta içinde ölecek bir kanserliden bile daha umutsuz halde olduğumu kabaca yüzüme vurarak iç geçirdi ve yüzünü buruşturdu. "İkinci günden bir sürü kuralı çiğnedin. Psikolojik destek istersen dilekçeni geciktiririm. Sonra da sen unutuncaya kadar beklerim ve çöpe atarım." Kuzey Londralı, tıp diploması var ve Wester Drumlins'ten benim hayatımda görmeyeceğim kadar parayı bir ayda aldığında en ufak bir kuşkum yok; Dakota kesinlikle tipik bir İngiliz. Bilmediği bir şey vardı ki, West Midlands'ta yaşamıştım ve Birmingham'da da sert olmanız gerekirdi. Onu sinirlendireceğini umarak başımı steril bir sürü bandajın olduğu tarafa çevirip öksürdüm. "Psikolojik destek istiyorum." dedim. Kaşlarını kaldırdı. Yüzündeki tüm hatlar gerildiğini belli ediyordu. Kızmasını istiyordum, burada bana emir veremeyeceğini görmesini istiyordum. Önemli olmadığını görüyor muydu? Buradaki kimse benim için kalıcı değillerdi. Aslında Eric de umurumda değildi. Şimdi üzerinde birkaç papatya olan, etrafı en pahalı mermerlerle döşenmiş, oyma bir hacın altında adının bulunduğu bir mezar taşıyla ödüllendirilmişti. Arada ailesi tarafından lanetlerin odağı olduğum garantiydi ama bu da umurumda değildi. Kendimi kontrol edemeyeceğimi sanıyorlardı? İsteseydim frene basardım ya da istersem dilekçe tehdidinden korkardım. Korkmuyordum. "Pekala," dedi yüzünde kendimi güvende hissetmemi önleyen bir gülümsemeyle. "Dilekçeni yaz ve Müdür'e ver. Biz psikolojinde ufak düzeltmeler yaparken bu Mevsim'in çoğunu kaçıracağın için Elizabeth'le bütün tatillerini geçirmek zorunda kalabilirsin."
Başımı arkaya attım ve boynumda kasıldığını sandığım bir noktaya bir süre masaj yaptıktan sonra tekrar ona döndüm. "Dilekçem yarın hazır olacak." dedim. Ayrıca her kelimenin daha anlaşılır olduğundan emin olmak için heceleri bastırarak söyledim. Gülümsemesi daha da sinirimi bozuyordu. "İyi." diye fısıldadı aynı kelimeyi yazdığı kağıda kaçamak bir bakış atarken. Sanki suflöre ihtiyacı varmış ve repliklerini unutmuş gibi etrafa bakındı. "Bu arada dilekçenin kabul edilmesi için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsin." Gidebileceğimi üzerinde oturduğum yatağa üç kez vurmasıyla anladım ve hemen ayağa kalktım. Burada birkaç saniye daha geçiremezdim. Sırtımı döndüm ve ben tam kapından çıkmak üzereyken sesini tekrar duydum: "Eminim dilekçeyle buradaki tüm yetkilerinin psikolojik danışmanına geçtiğini biliyorsundur. Ve... Burada yediğin yemeğin tuz oranı, bahçeye çıkıp çıkamayacağın, oda arkadaşın ya da kütüphaneden tek seferde kaç kitap alabileceğine bile bu danışman karar verir."
Ona döndüm ve başımı salladım. Aslında bunları ilk ez duyuyordum. Burada psikolojik danışman olarak çağrılan kimseyi gördüğümü hatırlamıyordum. Sadece iki gündür burada olduğumu düşününce biraz umutlanmak konusunda kendimi serbest bıraktım. Açıkçası Hardwin'i her ne kadar tanımasam da eğlenceli bir tipti ve burada pek kimseyi görmüş olmadığıma göre etrafı ona göre değerlendirmekte sakınca yoktu, ha? Daakota odanın diğer tarafına doğru yürüyüp görüş açımdan çıkarken orada öylece dikildim. Birkaç saniye sonra sandalyeyi eski yerine geri koyarken sırtına beyaz önlüğünü geçiriyordu ve içeride uyuyanlardan en şanssızına bir aşı hazırlıyordu ya da onun gibi bir şeyler. Hala onu beklediğimi biliyordu ve beklememi istiyordu. Bundan resmen zevk alıyordu. Sinirle tekrar sırtımı dönmemle güldü. "Ah, psikolojik danışmanının ben olacağımı da biliyorsundur o halde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hissizlik
Ciencia Ficción''Wester Drumlins'te herkes için ikinci bir şans vardır!'' Sıkılmış bir üniveriste öğrencisi olan Matthew Clark, Kuzey Londra'da ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Matthew, yirmilerinin başlarında sıradan ve ortalama hayatını sorgulamaya başlar ve can...