Bileğimde bir buz torbası, suratımda somurtmuş bir ifadeyle etrafıma bakınıyordum. Gözlerim aç bir şekilde odada geziniyor, Iraz'a dair bir detay öğrenmeye çalışıyordum.
Iraz.
Nam-ı diğer yabancı. 1 aydır gözetlemenin dibine vurduğum adam.
Kalbimin neden bu kadar hızlı attığını düşündüm. Çok feci düşmüştüm, ayağım kırıldı korkusu yaşıyor olabilirdim. Issız bir yerde, hiç bilmediğim bir evde olmaktan tırsıyor da olabilirdim.
Ama muhtemel kalp krizimin; şu an tam karşımda oturup, sorgular bir ifadeyle bana bakan Iraz ile hiçbir alakası yoktu.
"Daha iyi misin?" Diye sordu. Fakat gerçekten merak ettiğinden değil de nezaketen sorduğuna emindim. O yüzden evet dercesine başımı salladım.
"Güzel. O zaman neden günlerdir evimi gözetlediğini açıklayabilecek durumdasın demek."
"Seni gözetlemiyordum." Diye mırıldandım. Sesimi ben bile zor duymuştum, yalan söylerken pek sesim çıkmıyordu.
"Ve ben de buna inanmalıyım çünkü..." Tek kaşını kaldırdı. "Gerizekalıyım?"
"Normalde bir gerizekalı olup olmadığından emin olamam." Dedim inatçı bir tavırla. "Fakat seni gözetlemediğimden eminim. Kafa dinlediğim yerin; senin evinin yakınında olması, bu anlama gelmiyor. "
"Taramalı tüfek misin?" Diye homurdandı.
Kalkıp çekmeceden renkli bir bez çıkardı. Buzu tutan parmaklarımı çekip, torba sabit kalacak şekilde etrafına bağladı.
"Kendi başına yürüyebilir misin?" Evet anlamında başımı salladım.
"Seni ana yola kadar bırakırım. Daha sonra bir taksi çağırabilirim ya da istersen otobüse binersin."
Alaylı alaylı güldüm. "Vay, ne denli kibar bir uğurlama."
"Seni gözetleme ve tacizden şikayet etmediğime şükret sen."
Ana kapıya vardığımızda bağcıksız ayakkabılarımı hızla ayağıma geçirdim. Onun ayakkabılarını giymesini beklerken etrafı gözetlemeye devam ettim.
Ve daha önce gözüme çarpmayan bir şeyi fark ettim.
Kitaplığı.
Fakat bu sıradan bir kitaplık değildi. Eski kitap koleksiyonuydu bu. Hızlıca kitaplara göz gezdirdim.
Şimdi bu şans değildi de neydi?
Sessizce arabaya bindik ve bu sessizlik yolculuk boyunca devam etti. Ana yola çıktığımızda el frenini çekip bana döndü.
"Adım ne demiştin?"
Öküz.
"Hazar." Dedim.
"Pekala Hazar, taksi mi çağıracaksın ya da otobüsü mü bekleyeceksin?"
"Taksiye bineceğim."
"Tamam o zaman."diyerek telefonuna yöneldi. Bir taksi çağırdıktan sonra arabadan inmeye yeltendim.
"Ne yapıyorsun?" Diye sordu.
"Beni beklemene gerek yok. Dışarda bekleyeceğim."
Öfkeyle bana baktı. "Kırılmış olma ihtimali yüksek ayağının üzerine mi basmak istiyorsun? Kendin bilirsin."
Arabanın kilidini açtı. Kendimi dışarı attım. Kapıyı kapatır kapatmaz gaza bastı ve gitti.
Öküz.
Taksi geldiğinde hastaneye uğramadan eve geçtim. Çantamı girişe bırakıp gitarımı her zamanki saklama yerine koydum. Neyse ki, eve annemden önce gelmiştim.
Üstümü değiştirip kendimi çalışma odama attım. Aradığımı bulmak zamanımı aldı. Bulduğumda güzelce paketledim ve çantama koydum.
Şimdi geriye pazartesiyi beklemek kalmıştı.
***
Cumartesi ve pazarım tamamen ders çalışmakla geçti. Son zamanlarda biraz gevşediğimin farkındaydım ve her ne kadar umrumda olmasa da olası bir başarısızlığım annemi üzeceğinden, ipleri tekrar elime almalıydım.
Annem herhangi bir sebepten, bir kez daha üzülemezdi.
Pazartesi sabahı, her ne kadar itiraf etmekte zorlansam da, giyeceklerime daha bir özen gösterdim. Saçlarıma şekil verdim, uzun zamandır takmaya üşendiğim lenslerimi taktım. Üzerime ince siyah bir tişört, altıma bermuda pantolon geçirdim ve paketi elime alıp evden çıktım.
Annem arabanın anahtarını evde bırakmıştı. Sakat ayağıma rağmen anahtarı da alıp, çok da yoğun olmayan trafiğe dalmıştım. Otobandan çıkıp orman yoluna saptım ve gördüğüm ilk anda ezberlediğim patikaya girdim. Iraz'ın hala evde olduğunu varsayıyordum.
Saçımı son kez düzelttikten sonra arabadan indim ve bana doğru gelen köpeğin kafasını okşadım. Bir ay boyunca beni her gün görmüştü, varlığıma olumsuz tepki vermiyordu.
Kapıyı çaldıktan yaklaşık 1 dakika sonra açıldı. Üzerinde bol bir eşofman, ayakları çıplak bir şekilde karşımda dikiliyordu. Yüzümü tanır tanımaz bakışları sorgular bir hal aldı. "Hazar?"
Adımı hatırladın demek, öküz.
"Merhaba Iraz ." Sakalım veya erkeksi yüz hatlarım olmamasına rağmen yaşımdan büyük görünüyordum. 18 yaşındaydım fakat dışarıdan gören biri rahatlıkla 22-23 olduğumu söyleyebilirdi. Bu yüzden, ona o istemediği sürece ağabey demeyecektim.
"Burada ne işin var?" Diye sordu. Gözlerimle elimdeki paketi işaret ettim.
"O günkü yardımların için sana bir teşekkür hediyesi getirdim." Düzgünce kadife kumaşla sarılmış paketi ona uzattım.
"Gerek yoktu." Diye söylendi alırken. Ardından gözlerime bir saniyeliğine bakıp "Teşekkürler." Dedi.
Beni içeri davet etmesini beklemiyordum. Hatta kapıyı açacağını bile düşünmemiştim, hediyeyi kapıya bırakıp gitmekti planım. O nedenle bir kaç saniye sonra " Her neyse." Dedim ellerimi ceplerime sokarken. "Ben gideyim." Başını salladı. Arkama dönüp yürümeye başladım. Çok geçmemişti ki; Iraz arkamdan "Oha!" Diye bağırdı. Tepkisi karşısında durdum ve gülümsedim.
Hala gitmediğimi fark edip "Hazar!" Diye seslendi. Omzumun üzerinden dönüp baktım. "İçeri gelsene bir."
Gülümsememi zorlukla bastırarak ona doğru yürümeye başladım.
Teşekkür ederim Bay Orwell.
*hepinizi çok ösledim*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ezilmiş Gelincikler Mezarı (boy x boy)
Roman pour AdolescentsDudağının iki kenarının arasına sıkıştırılmıştı tüm acıları. Acıları büyüdükçe, gülümsemesi de büyüyordu.