Geri alınamayacağı düşünülen zaman, kurallara meydan okunurmuşcasına geri alınmış, her şey başa sarılmıştı.
Dünkü karanlık orman, dünkü tavşan dünkü taşlar, dün yediği böğürtlenler. Hepsi aşırı tanıdıktı ve bilindikti.
Bu rüyadan nasıl kurtulacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Her zaman yaptığı gibi kendisine bakan böğürtlenden bazılarını yedi. Rüyada olsa bile böğürtlenlerin tadı gerçeklik akıyordu. Yanına yaklaşan tavşan ise her zamanki gibi ona bakıyordu, kız ona hayretle bakarken umursamaz bir tavırla kaçıp gitmişti. Ardından duyulan gürültüden korkmaması gerektiğini artık ezberlemişti Beatrice. Kendisine bir şey olmayacağı kesindi. Kontrol ise tamamen kendisinde olsa bile artık sıkılmış olduğu rüyayı değiştiremiyordu ya da farklılaştıramıyordu. Sadece bilinci açıktı ve bunun bir rüya olduğunun farkındaydı.
Sıkılmıştı artık. Her zaman bir şey olacak umuduyla gittiği yolun ters yönüne doğru ilerledi. Ağaçların sıklığı her adımında daha da azalıyordu. Karşısında, ağaçlardan beyaz duvarları azar azar parlayan beşeri yapılar belirdi. Beatrice o an fark etti; evinin arkasındaki ormandaydı. Sıkılmıştı, daha fazla uğraşmak istemiyordu. Gün içerisinde gördüğü tuhaf rüyalar bile daha az sıkıcıydı. Normalde tapacağı o doğa harikası orman, bu rüyada onu boğmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Hafif bir sarsıntıyla artık kendisini boğan rüyadan uyanmıştı. Mathias'ın sırtına yaslanmış bir şekildeydi. Zarif kolları ise çocuğun omzundan sarkmakla sarılmak arasında kalmıştı. Beatrice bunu fark ettiği anda kendini toparlamaya çalıştı ancak enerjisi tükenmişti. Mathias onun belli belirsiz kıpırtısından uyandığını anlamıştı. "Günaydın." Kıkırdadı. Beatrice ise yarı baygın bir şekilde bir homurtu çıkardı. Evin kapısının açıldığını, annesinin şaşkın bakışlarının üstünde dolaştığını, Mathias'ın ise en sevimli gülümsemesini yüzüne yerleştirmiş bir şekilde iyi geceler dilemek için ağzını açtığını hayal etti. Ancak annesi evde değildi ki. Bugün evlilik yıl dönümleriydi. Küçük kardeşini ise halasına bırakmışlardı. "İndir beni." diye mırıldandı uyku sersemi bir şekilde. "Annemler evde değil."
"Anahtarın var mı?" Mathias onu indirdiği zaman yerle buluşan ayaklarını destekleyen bilekleri, artık o kadar, onu öldürecek kadar sızlamıyordu. Anahtarı uyuşuk bir şekilde yerine sokup çevirirken göz kapakları gerçekten açılmamak için inat ediyordu. "İyi geceler." diye şakıdı Mathias. "Ya da iyi uykular mı demeliyim." Yüzündeki şapşal sırıtma git gide büyürken Beatrice'in içindeki gıcık olmuşluk da onunla doğru orantılı bir şekilde büyüyordu. Bu genel olarak var olan bir şeydi. "Sana da."
Gittiğinde ise içinde tuhaf bir burukluk hissetti. Nedense bu her vedada içinde belirirdi. Giden kişinin ardında kalan ise içini bir güveymişcesine kemiren burukluk olurdu.
----
Ertesi gün, düğüm düğüm olmuş saçları ve uykusuzluktan morarmış gözleri, kendisinden önce güne merhaba dedi. Yeşilimsi mavi gözleri, yuvalarının çevresindeki morlukla yoğrulurken kaybolup gitmişti. Teni olabildiğince solgun görünüyordu. Ne zaman sabahlasa böyle olurdu.
Uyuşuk bir şekilde indi merdivenleri. Ev bomboştu. Sessizlik damarlarından akarken düşünebildiği tek şey aç olduğuydu. Yiyebiliyor muydu peki? Evet. Ancak hiçbir şeyin tat verdiğini söyleyemezdi. Uyku, kafasında karşı konulamaz bir karmaşa yarattığı gibi duyularını da işlevsiz hale getiriyordu. Kendisine ait olsalar da onları özgür iradesiyle kullanmasını engelliyordu. İşte o an kısıtlanmış hissediyordu, dibine kadar. Özgürlüğün ve iradenin ne kadar hassas bir ip üzerinde bulunduğunu daha iyi anlıyordu. Dış etkiler kesinlikle en keskin düşünceleri, en sağlam fikirleri bile yumuşatabilirdi. Gerek alınan hava, gerek işitilen birkaç kelime. Kelimeler en sihirli şeylerdi. Doğru hizası ve formülü çözüldüğünde yaptıramayacakları, düşündüremeyecekleri yoktu. Ciğerlere çekilen zehirdi. Cümlelerin ve dilin bu kadar tehlikeli olması, manüplasyonu eline asa yapabilecek olması gerçekten ürkünçtü. Söz sanatları gerçekten ürkünçtü. Hakikatı yakalamak esastı. Hakikatı kaybetmemek, ona sımsıkı sarılmak, gerekirse engin okyanusların dibinde onunla boğulmak esastı.
Beatrice'in zihni her zaman o kadar bulanık ve o kadar değişken havaları ölçerdi ki neyin ne olduğuna çoğunlukla o da anlam veremezdi. Baş belası Mathias'ın saçını yolmak istermişcesine çekiştirmesi -büyük ihtimalle ilgi istiyordu- bile onu farklı yerlere çekiyordu. Oysa Mathias tüm dikkatini kendisine vermesini, onu dinlemesini, onunla konuşmasını, onunla beraber öğle yemeğini yiyip yiyemeyeceğini sormak istiyordu. Beatrice ise bir yandan darmadağın ve kimya dersinde anlatılan gazların yapısından daha uzak aralıklı tanecikleri olan düşüncelerini bir yere toplamaya çalışıyordu. Onları sıkıştırması gerekiyordu. Ayrıca resim çizerek dikkatini başka bir yere çekip, odaklanmak; uzun zaman önce bıraktığı resim çizme alışkanlığını, zamanı geri sarmak suretiyle getirmek istiyordu. Mathias Beatrice'ten istediği gibi cevaplar alamayacağını fark edince sessizce onu izlemeye başladı. Ruhu, beyaz zemin üzerinde kurşun kalemin ucu tarafından eziliyormuş gibi hissediyordu. Bundan kendini alıkoyamıyordu. Kendini kaptırmış bir şekilde ne çiziyor olduğu umrunda değildi, o sadece onun kayboluşunun içinde kaybolmak istiyordu. Ancak onunla kaybolmak istiyordu. Kendi başına kaybolsaydı, bu karadeliklerin basıncına eşdeğer sıkıcılıkta olurdu. Zaten yeterince kaybolmuştu. Bunu ne o, ne Beatrice, ne de başkası biliyordu. Sonsuz uzay rüyaların melodisini kulaklarına fısıldasa da o kaçırılmış geçmişi hatırlayamazdı, sesler ona erişmekten vazgeçeli epey olmuştu.
Belki de doğru zamanı bekliyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dream Syndrome - Hetalia
FanfictionSenin üstü kapalı kabusların, ihtiyacın olan gerçekliğinim.