Kısa bir bölüm yazdım, iyi okumalar.
Çimenlerin ayaklarımın altında ezilirken çıkardığı o nahoş ses gecenin sessizliğini bozuyordu. Etraf zifiri karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum. Nasıl buraya gelmiştim ben? Telaşla adımlarımı sıklaştırsam da hızım değişmiyordu. Bacağıma sürünen ipek tenimde hoş bir his bırakıyordu. Üzerime baktım. Uzun, beyaz bir elbise vardı bedenimde. Korkmaya başlamıştım. Neden buradaydım, Stan neredeydi? Arkama hafifçe baktığımda balo salonunun müthiş bir güzellikle gecenin ortasında parladığını gördüm. Etrafıma daha dikkatli baktığımda buranın salona ait bir yer olduğunu farkettim. Hemen yanımdan bir çıtırtı geldi. Korkuyla oraya yöneldiğimde bir çiftin çalıların arasında öpüştüğünü gördüm. Dudaklarını sarışın çocuğun üzerinde gezdiren kızıl kız birden beni görünce telaşlandı.
“Leightoon, bizi takip mi ediyordun sen!”
Sarışın çocuk bana seslenmişti. Yüzümü ona döndüğümde şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım neredeyse.
“Sam?”
Bir anda her şey karıncalanmaya başladı. Korkuyla sendeledim. Burayı hatırlıyordum. Bu elbiseyi hatırlıyordum.
Bir adım geri attım. Sam ve kızın yüzleri bulanıklaşıyordu. Korkuyla ellerimi başımın arasına aldım. Birazdan olacak şeyin olmaması için dua ediyordum. Lütfen, lütfen, lütfen… Sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. Başımı hafifçe kaldırınca balo salonunda olduğumu fark ettim. Telaşla insanların arasından geçtim. Kimse beni umursamıyordu. Sanki, görünmez gibiydim. Bahçenin kapısını gördüğümde iki el silah sesi duyuldu. Etraftaki insanlar koşuşturuyordu. Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Sendeleyerek bahçeye çıktığımda ağzımdan çıkan tek şey “Stan” olmuştu. Ama yerde kanlar içinde yatan beden, ablama aitti.
------
“Hanımefendi, hanımefendi!”
Hostesin sesiyle irkilerek uyandım. Hala uçaktaydık. Telaşla yanıma baktım. Stan mışıl mışıl uyuyordu. Yüzüm terden sırılsıklam olmuştu. Bana şaşkınlıkla bakan hostese doğru döndüm.
“Neredeyiz?”
Sesimde engelleyemediğim bir korku vardı. Hostesin yüzü endişeli bir hal almıştı. Bakışlarımı hostesin elinde tuttuğu kalem ve kağıda çevirdim.
“Varmak üzereyiz efendim. Burayı imzalamanız gerekiyor, o yüzden sizi rahatsız etmiştim. Siz iyi misiniz?”
Yavaşça başımı salladım.
“Nereyi imzalıyoruz?”
Hostesin elime uzattığı kağıda baktım. Bu işe alındığım şirkete ait bir sözleşmeydi. Nefesimi düzene sokmaya çalışarak kağıttaki kelimeleri okumaya başladım. Bu uçak şirketin gönderdiği özel bir uçaktı ve içinde iş seyahatinden dönen birkaç kişiyle birlikte ben vardım. Kağıtta bana bir ev tahsis edildiği ve bu evin iş yerine yakın olduğu yazılıydı. Sessizce yutkundum. Ellerimin titremesi geçmiş, biraz daha sakinleşmiştim. Kağıttaki diğer cümleye geçtim. Bunun karşılığında 1 yıl boyunca hizmetlerinde olmam ve Stan okula başlayınca taksit taksit evin parasını ödemem gerektiği yazıyordu. Bunları zaten biliyordum. Bayan Small'la bu konuyu telefondan konuşmuştuk. İç çektim ve imzalamam gereken yere doğru eğildim. Kalem kağıtta benden bağımsız hareket ederken aklım hala gördüğüm kabusun etkisindeydi. O elbise, o salon, Sam, ablam… Her şey, her şey o kadar anlamsız ve karışıktı ki.
“Teşekkürler efendim, iyi yolculuklar.”
Hafif bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra arkama yaslandım. Hostes hala başımda bekliyordu. Sanırım bir şeyi yazmayı unutmuştum. Meraklı gözlerle hostese bakmaya başladım. Sarı saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı. Yüzünde hiç kusur yoktu ama alnının kenarları hafifçe kırışmıştı. İncecik kaşlarını gergince yukarı kaldırdı ve gözlerini yere doğru sabitledi.
“Efendim, gerçekten iyi değilseniz, lavabo hemen ileride solda. Bayan Small size özellikle iyi bakmamızı istemişti, efendim.”
Hostesin çekingen sesi üzerine ayağa kalktım.
“Teşekkür ederim, ama lütfen ben gelinceye kadar gözlerinizi yeğenimden ayırmayın.”
Hostes başını onaylar gibi salladıktan sonra az önce tarif ettiği yere yöneldim. Perdeyle kapatılmış kabinin içine girdiğimde önümde iki kapı olduğunu gördüm. Kapıların üzerinde kadın ve erkek işaretleri vardı. Kabindeki büyük boy aynadan kendime baktım. Sıkıca yaptığım at kuyruğu gevşemiş, saçlarım yüzüme yapışmıştı. Gerçekten korkunç görünüyordum, hayatımda daha önce hiç görmediğim bir hostesin bu denli endişelenmesi normaldi. Musluklara yöneldiğimde erkek işaretinin olduğu kapı açıldı ve içinden siyah saçlı bir adam çıktı. Adamın üzerindeki takım elbise omuzlarının genişliğini ortaya çıkarmış, oldukça hoş görünüyordu. Yüzü gençti, benim yaşlarımda olmalıydı. Kusursuz bir yüzü vardı. Adam ona baktığımı fark edince yeşil gözlerini merakla bana çevirdi. Yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. Hemen utanarak başımı çevirdim ve musluğu açtım. Adamın bu hareketim üzerine güldüğünü aynadan görebiliyordum.
“Sizi daha önce hiç görmemiştim.”
Adam hemen yanımdaki musluğu açmış, ellerini yıkamak için gömleğinin kollarını kıvırıyordu.
“Evet, yeni işe alındım.”
Beni bile şaşırtan ince sesim adamın daha çok gülmesine yol açtı. Gözlerimin utançtan yandığını hissedebiliyordum. Neden adama aç gibi bakmıştım ki? Sanki şu an 23 yaşında değil de 16 yaşında bir genç kızmışım gibi kızarıp bozarmıştım. Kim bilir hakkımda ne düşünmüştü.
“Ah, siz Bayan Free olmalısınız.”
Adam kurulandıktan sonra bana döndü ve beklentiyle tokalaşmak için bir elini öne doğru uzattı.
“Sizinle bu şekilde tanışmayı istemezdim, Bayan Free. Ben Adam, sizin yeni patronunuzum.”
Bir an şaşkınlıktan donup kalmıştım. Bu adam, benim patronum muydu? Bayan Small'a ne olmuştu? Yoksa şu an benimle dalga falan mı geçiyorlardı? Adam iç sesimi duymuşçasına ufak bir kahkaha attı. Sesi kadife gibi çıkmıştı.
“Hayır, yanlış anlamayın Bayan Free. Şirketin bir çalışanıyım ben de. Sadece sizden üst mevkideyim. Siz benim danışmanımsınız.”
Adam gözünü kapıya doğru yönlendirdi ve kabinden çıktı. Olduğum yerde kalakalmıştım. Az önce bana ne olmuştu böyle? Daha Jack'ten aldığım darbe bu kadar tazeyken, birinden böylesine etkilenmem çok yanlıştı. Yüzümü yıkayıp, saçlarımı düzelttikten sonra kabinden çıktım. Etrafımdaki herkes takım elbiseliydi. İş adamlarından birinin çocuğu bile. İç geçirdim. Oysa benim üzerimde şort ve çizgili bir atletten başka bir şey yoktu. Koltuğuma yaklaştığımda Stan’in uyanmış olduğunu gördüm. Hostese ufak bir teşekkür ettikten sonra yerime oturdum.
“Ne zaman geleceğiz teyze?”
Stan in uykulu çıkan sesi gülümsememe yetmişti. Yavaşça eğildim ve saçlarını karıştırmaya başladım.
“Yarım saat uyku yetmedi mi sana? Gelmek üzereyiz, 15 dakika sonra varmış oluruz herhalde.”
Sevecen sesim Stan’in de gülmesine sebep olmuştu. Keyifli bir şekilde arkasına yaslandı ve gözleri bulutlara daldı.
“Rüyamda annemi gördüm, beraber bulutların üzerinde yakalamaca oynuyorduk.”
Yüzümdeki gülümseme dondu. Az önce gördüğüm rüyayı hatırlamıştım tekrar.
“Gittiğimiz yeri annem de seviyormuş, öyle dedi. Nereden biliyor acaba, orada bulutlar daha mı yumuşak?”
Stan’in neşeli ve meraklı sesi kulaklarımı dolduruyordu. Güçlükle yutkundum. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Stan’i kendime doğru çektim ve saçlarını okşamaya başladım.
“Evet tatlım, orada bulutlar daha yumuşak.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlüğün Son Çırpınışları
Teen Fiction"Hayır!" Acı içindeki bağırışlarım etki etmiyordu. Gözlerimden çıkan yaşlar etraftaki öldürücü dumanla birleşip yakıcı bir şekilde yanaklarımdan aşağı süzülüyordu. Bütün gücümü kullanıyordum, en azından ben öyle sanıyordum, ama fayda etmiyordu. Acı...