Bölüm 3

392 3 0
                                    

''Hayat'' kelimesi gayet kısa ve gayet açık bir kelime olup, ifade ettiği şey herkesçe bilinmektedir. Dolayısıyla, bu kelimeyi herkesin kullandığı anlamda kullanmalıyız. Bu kelimenin böyle açık ve net olması, diğer kelimeler ile açık ve net bir şekilde tanımlanabilmesinden değil, belki diğer farkların kendisinden kaynaklandığı bir farka esas teşkil etmesindendir. İşte bundan dolayıdır ki, hayat farkından başka bir takım farkları çıkarabilmemiz için hayat kelimesinin herkesin kabul ettiği merkezi anlamını dikkate almalıyız.

Eğer hayat kelimesinin herkesçe bilinen merkezi anlamı kabul edilmeyip, bilimsel tartışmaların sonucunda uygun götürülen anlamı kabul edilirse, konu giderek esastan uzaklaşır. Ve nıhayet hakiki anlamını kaybederek hakikate büsbütün aykırı bir şekil alır.

Modern bilim, ''hücrede, protoplazma veya küçük bir inorganik maddede hayat var mıdır?'' meselesiyle uğraşıyor, Ancak, biz bundan önce ''hücreye hayat sıfatını vermek bizim için mümkün müdür?'' sorusunu çözmeliyiz. Hücrede özel bir takım haller görerek onun canlı olduğunu kabul ediyoruz. Oysa, merkezi anlamıyla kabul edilen hayat itibariyle, insan ile hücrede görülen hayat büsbütün ayrı iki şeydir ki bunları birbiriyle bağdaştırmak kesinlikle mümkün değildir.

Bütün bedenimizin bir takım hücrelerden oluştuğu keşfediliyor ve şöyle deniyor: Senin bedeninin bir parçası olan bu hücreler, senin nitelendiğin sıfatlar ile nitelenmiştir ve tıpkı senin gibi canlıdır. Oysa, benim kendimi mevcut bir hayat olarak hissetmem kendi kendimi bilmemden kaynaklanıyor ki, bu bilme içinde ''kendimi bir takım hücrelerin bileşiminden oluşan parçalanmaz bir şahsiyet şeklinde bilmek''de bulunmaktadır.

 İnsan bedeninin bir takım hücrelerden oluştuğu söyleniyor; peki o halde bu hayat sıfatı kime isnat ediliyor? Kendimize mi, yoksa hücrelere mi?

 Hücrelerin hayat sahibi oldukları kabul edilirse, merkezi anlamıyla kabul edilen hayat kelimesinin ifade ettiği şeyin en önemli kısmı, yani hayat sahibinin en zaruri duygusu olan '' kendisini idrak'', dışlanmış olur. Oysa, bunun tersini, yani hayat sahibi bir şeyin kendi kendisini idrak etmesi hakikatini, delillendirmeye ihtiyaç duymadan akli bir nazar ile biliyoruz. Eğer kendimizi bir takım hayat sahibi zerrelerden oluşan ve şahsiyeti çeşitli parçalara ayrılan bir mevcut olarak kabul ediyorsak, bizim bedenimizi teşkil eden ve ''idrak''leri hakkında bilgi sahibi olmadığımız bu hücrelere hayat isnad etmek bizim yetkimiz dışındadır.

 Ya organizmamızı teşkil eden kısımların hayattan mahrum olup hayatın parçalanmaz şahsiyetimizde bulunduğu kabul edilmeli, ya da bizdeki hayat fikrinin sırf bir ''vehim''den ibaret olduğu.

 Dikkat edilsin ki, hücrelerde gözlemlenen bir takım hallere ''maddenin titreşimi'' denmiyor da, doğrudan doğruya ''hayat'' adı veriliyor.

Hayat Üzerine DüşüncelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin