Merhaba arkadaşlar!
Bu bölümde ana karakterlerimizden biri olan Junho'nun günlük yaşamından bir kesiti sizinle paylaşmak istedim. Böylelikle hikayeye başlamadan önce karakterlerin kişilikleri hakkında biraz fikir sahibi olabileceğinizi düşündüm.
Kullandığım anlatım şeklini genellikle karışık buluyorlar bu nedenle anlamadığınız yerleri bana yorum yoluyla ulaştırabilirsiniz. Seve seve cevaplarım.
Ayrıca medya kısmında Junho'nun bir fotoğrafı var.
İyi okumalar, umarım beğenirsiniz. :)
''Şu son kolileri de yükledik mi buradaki işimiz bitiyor.'', sol elini belinin üzerine yerleştirerek doğrulan yaşlı adam, alnında birikmiş olan ter damlacıklarını boynuna asmış olduğu havluya gelişigüzel sildi. Yanağının biraz üzerinde yer alan yara izi kulağının arkasına kadar devam ediyordu. Yaranın iyileşme durumuna bakılırsa, adamın bu izi uzun zamandan beri taşıdığı belli oluyordu.
Adam tahminen 60'lı yaşlarının henüz başındaydı. Yaşına rağmen sahip olduğu vücut küçümsenemeyecek derecede iyi görünüyordu. Sol pazusunun üzerine kazıttırmış olduğu eski moda bir ejderha dövmesi vardı. Tıpkı eski Japon mafyalarının sahip olduğu yakuza* dövmelerine benziyordu. Giydiği gri sporcu atletinin yaka kısmı ıslanmış, gür saçlarını atkuyruğu yaparak ensesinde toplamıştı.
Hava güneşliydi; öğle saatinden olsa gerek Myeongdong'a bunaltıcı bir sıcak hakimdi. Zar zor nefes alarak kolileri taşıyan işçiler azar işitmemek için ellerinden geldiğince daha çok koli taşımaya çalışıyor, durup su içmek için ara bile vermiyorlardı. Çoğunun vücudu çelimsiz ve kıyafetleri de bir o kadar da pisti.
Garaj kapısının hemen önünde duran uzun boylu genç, işçilere yüklenmesi gereken kolileri işaret ediyor, bir yandan da taşıyabildiği kadarını kamyonete yüklemeye devam ediyordu. Üzerine geçirmiş olduğu beyaz t-shirt, taşıdığı kolilerden bulaşan tozlardan olsa gerek diğer işçilerinki gibi kirlenmiş ve sırt kısmı terden vücuduna yapışmıştı.
''Acele edin işe yaramaz herifler!'', kamyonetin sürücü koltuğunda oturan göbekli adam koltuğuna gömülmüş, elinde tutmuş olduğu tatlı pirinç keklerini büyük bir iştahla midesine indiriyordu. Kafasına takmış olduğu beyzbol şapkası terden sararmıştı. Kirli sakallarının arasından kolaylıkla fark edilen derisi, fazla alkol kullanmaktan pul pul dökülmeye başlamış, bakımsız kalan dişleri ise neredeyse kahverengi tonlarına yaklaşmıştı. Müzik açmak için izin bile istemeden radyoyu çalıştıran adam dirseklerini direksiyona yerleştirdikten sonra önünden geçen işçilere bir kez daha bağırdı.
''Pis domuz...'' diye geçirdi içinden genç adam, ''Buradan kaçıp kurtulmak için neler vermezdim.'' Kollarının arasına almış olduğu ağır kolileri kamyonetin arkasına gürültülü bir şekilde yerleştirdi. Omzunda hissetmiş olduğu elden olsa gerek ani bir hareket ile arkasını döndü ve elin sahibi olan yaşlı adamla göz göze geldi. ''Sence bu işi yapmak için biraz genç değil misin?'' Adam dudaklarına yayılan buruk gülümseme ile devam etti, ''Senin yaşındayken üniversitede başarılı bir öğrencilik hayatı sürdürüyordum fakat işler biraz sarpa sardı.''
''Sarpa sardı...'' diye tekrar etti genç adam. Kulağının arkasından sırtına doğru süzülmekte olan teri elinin tersiyle sildikten sonra yerleştirmiş olduğu kolilere son bir kez daha dönüp baktı. Şoför koltuğunda oturan domuzdan azar işitmek istemiyordu fakat yaşlı adam susacak gibi de değildi.
''Senin yaşındayken dedim fakat kaç yaşında olduğunu bile bilmiyorum; tahmin yürütmek gerekirse en fazla 20 yaşındasın?'',görünüşe göre yaşlı adam hemen karşısında dikilen bu genç ile sohbet etmek istiyor; çekinmeden ten teması kurmaya devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Dilek Tut
Teen FictionÜç genç, üç farklı yaşam ve üç farklı hayal. Söz yazarı olmak için yanıp tutuşan ve bir gün ünlü bir şarkıcı olacağına inanan birbirinden tamamen farklı kişiliklere sahip olan bu üç gencin tesadüfi bir şekilde yolları kesişir. Hayalleri uğrunda göğü...