Tarif bile edemeyeceğim bir ürperti içimi kapladığında olduğum yerde dua ederek döndüm ve sesimin geldiği yöne baktım. Gördüğüm şeyle nefesimi rahatlıkla verirken fark ettiğim şeyle morardım.
Kızıl saçlı doktor olan Lucy karşımda beyaz satenden oluşan geceliğiyle duruyordu. Morarmamın nedeni geceliğin tamamen dantel olmasıydı. Ben bu tarz şeylerden tahrik olmazdım, sadece çok ani olduğu için utanmıştım. Gözlerimi hızlıca karşımdaki kadından çektim. Bu soğukta nasıl böyle dolaşabiliyordu aklım almıyordu.
Samimi bir şekilde gülümsedi, "Burada ne işin var? Saat oldukça geç." gözlerini büyüterek söylediğinde aptal bir şekilde yüzüne bakıyordum. Sahi, ben niye buradaydım? Ah, tabii ki Chanyeol'e bakmak için gelmiştim...
Hangi ara bir kadından böyle etkilendim bilmiyorum inanın. Kesin aniden olması beni ürkütmüştü. Nihayet cevap verebildim.
"Chanyeol'e bakacaktım, bir şeye ihti-"
"Chanyeol uyku konusunda çok hassastır, onu uyandırabilirsin. Bu yüzden hiç girmemen daha iyi olur." Cümlemi kestiği cümlesinden yola çıkarak uyumaya karar vermiştim. Sanırım haklıydı.
Ben bunları düşünürken yanımdan aceleyle geçti ve merdivenlere yöneldi. Tamam, ben meraklı bir kişiydim ve ona daha bu saatte burada ne halt yediğini sorma sırası bendeydi. Ancak o bir anda gitmişti. Biliyorum, beni ilgilendirmez! Ancak oldukça merak ediyordum. Bir bakıştan bir şey olmazdı. Değil mi? Bilmiyordum! Ne yapmalıydım?
İçimdeki meraklı beni sarınca bende merdivenlere yöneldim. Lucy çoktan ortalıktan kaybolmuştu. Hızlı ama sessiz ve dikkatli adımlarımla alt kata indiğimde doktorun ne tarafa gittiğini kavrayabilmiştim. Bodruma iniyordu!
Bodrum katıyla hiçbir alakam yoktu ve bu bilinmezlik pek tekin değildi. Aşağıya baktığımda bodrumdan loş bir ışık yayılıyordu fakat git gide uzaklaşıyordu bu ışık. Hızlı olmalıydım. Buraya kadar gelmişken bunu yapabilirdim. Neden bilmiyordum ancak bu köşkün üzerimdeki etkisi acayip gericiydi. Her attığım adım beni geriyordu.
Merdivenlere yöneldim ve aşağı inmeye başladım. Artık geri dönüş yoktu. Merdivenler diğer merdivenlere göre daha eskiydi, ayrıca tahtadandı. Attığım adımlarda gıcırdıyordu. Bu yüzden hızlıca indim.
Merdivenler bitti, aklıma milyonlarca soru akın etti. Bu sorular birbirine giren duygulardan oluşuyordu. Korku, merak ve kararsızlık.
Merdivenlerin bitişinde uzun ve geniş bir koridor vardı. Eskimiş duvarlara birkaç meşale asılmıştı, yeteri kadar aydınlatıyordu. Ancak en büyük aydınlık koridorun sonundaki aralık kapıdan yayılıyordu. Tamam, cesaretimin bok yoluna gitmesi gerekirken daha da artması benim suçum değildi. Alt kat ne işe yarıyor onu bile bilmiyordum. Köşeleri küflenmiş olan duvara yakınlaştım ve yürümeye başladım. Birçok kapının önünden geçiyordum ama ilgimi çeken ışığın yayıldığı yerdi.
Attığım her adımda kulağıma doluşan hafif bir ses dalgası iyi bir şey değildi. Yaklaştıkça daha da anlaşılır olan sesle gerçeği kavramıştım, ama çoktan aralık kapının önüne de gelmiştim.
Mum ışığının kutsal loşluğunda üç kendinden geçmiş beden ve ahlaksız inlemelerin doldurduğu bir odaydı burası. Tüm çıplaklığıyla Lucy üstündeki bedenle zıplıyordu, onunla öpüşen bir diğer benden de Keira idi. Ağzım gördüklerimle yere değerken Lucy'nin kimin üstünde zıpladığını da fark etmiştim. Brendon.
İnsanların özel hayatları beni zerre ilgilendirmiyordu. Ancak bu, çok fazlaydı. Daha da yükselen ve çığlıklara dönen inlemelerle tekrar o tarafa döndüm. Bu sefer çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Brendon Lucy'yi becerirken diğer yandan Keira'nın koluna bir bıçakla kanatacak kadar çizik atıyor ve çıkan kanları emiyordu. Bu mide bulandırıcı görüntü bana hiç iyi gelmiyordu.