Akıl ve ruh sağlığı hastaneleri oldukça karışık, değişik, hareketli ve bir o kadar da garip yerlerdir aslında. Onlarca sorunlu insan bir arada dertlerine çözüm ararlar burada. Ben de onlarca sorunlu insandan birisiyim işte. Burada, akıl ve ruh sağlığı hastanesinde, hayatta kalmaya çalışan herhangi bir hastayım.
Genellikle günlerimi odamda hiçbir şey yapmayarak geçiririm. Çok nadir bahçede dolaşırım ve asla insanlarla konuşmam. Burada olmamın en büyük nedenlerinden biriside bu aslında… Annemi ve babamı bir trafik kazasında kaybettikten sonra hiç konuşmadım ben. O gün sanki onlarla birlikte mezara benim kelimelerim de gömüldü. İngiltere’ye geleli daha iki sene olmuştu o zamanlar. Babam polisti ve buradaki Türk elçiliğinde görev yapıyordu. Buraya alışmam çok kolay olmuştu. Bir polisin çocuğuysanız eğer gittiğiniz yerlere alışmakta hiç bir zaman güçlük çekmezsiniz zaten. Zaten İngilizce biliyordum ve buradaki yaşamı pek fazla yadırgamamıştım. Her şey çok güzel gidiyordu ta ki anne ve babamın ölümüne kadar. Hani bazen anne veya babanızla sorunlar yaşarsınız, kavga edersiniz ve onlara kırıcı sözler söylersiniz. O gün annemle büyük bir kavga etmiştik. Sebebini anımsamıyorum. Öylesine saçma birşeydi ki muhtemelen ben yine gereksiz yere ergenliğimi sergiliyordum. Anneme " Eğer ölürsen, bundan mutlu olurum anne. Hiç ağlamam bile." diyerek evden sinirle çıkmıştım. Öylesine trajikomik bir durum ki aslında. Küçükken ne zaman böyle yapsam pişman olur eve geri döner ve annemden özür dilerdim. Hep özür dilemem için bekliyor olurdu annem. Ve tabii affedip beni tekrar bağrına basmak için. Bu sefer eve döndüğümde evde o yoktu. Onun dışında herkes oradaydı. O ve babam dışında herkes. Neler olduğunu anlamam hiç zor olmamıştı. Zaten herkes bana sarılıp baş sağlığı dilemeye başladığında anlamama gibi bir olasılığım yoktu. İşte o zaman, o kalabalığın içinde sustum. Ve bir daha hiç konuşmadım. Hiç kimseciklere duyurmadan içimde suçladım kendimi. İçim içimi yedi durdu ve ben hiç sesimi çıkarmadım.
Kocaman yemyeşil ağaçların olduğu bir yerin ortasındaki bu binada küçük bir odam var ve burası benim yalnız kalabildiğim tek yer. Duvarları beyaz boyalı bu küçük odanın tam ortasında bir yatak, yatağımın tam yanında duran küçük bir masa, sandalye ve tek kişilik küçük bir koltuk var. Birde beni dışarıya bağlayan pencerem. Çoğu zaman küçük koltuğumda oturup pencereden dışarıyı izler ve bahçede dolaşan hastaların sorunlarının ne olduğunu düşünürdüm. Bir gün yine koltuğumda oturmuş penceremden dışarıyı izliyordum ki kapının açılırken çıkardığı o kulak tırmalayıcı gıcırtıyı duydum. Gelenin kim olduğunu görmesem de biliyordum. Benimle ilgilenen Doktor Victoria. Ondan başka kimse gelmezdi zaten yanıma. Victoria, haftada üç gün gelirdi yanıma ve konuşurdu benimle. Ben ise dinlemekten başka hiçbir şey yapmazdım. Çoğu zaman dinlemezdim bile onu. “Bak şu kızı görüyor musun? İşte onun hiç kimsesi yok. On sekiz yaşına gelene kadar hep sokaklarda yaşamış. Sonra bir şekilde buraya gelmiş. Zavallı kız. Kim bilir o sokaklarda yalnız başına neler yaşamış bir düşünsene..” derken dışarıdaki banklardan birisinde oturmuş etrafına bakınan sarışın kızı gösteriyordu parmağıyla. Sonra parmağını başka bir hastaya çevirdi ve “İşte şu adam da bir gün içerisinde bütün servetimi kaybetmiş. Dünyanın en zengin adamı iken bir anda evsiz kalmış. Daha sonra bütün ailesi terk etmiş onu." 'İyi de bana ne ki onlardan' diye geçirdim içimden. Umursamıyordum bile. Tabi ki bunları dile getiremiyordum. Zaten son aylarda hiçbir şeyi dile getirmiyordum ya. Victoria yatağımın yanında duran sandalyeyi çekip koltuğumun yanına yerleştirdi ve derin bir nefes vererek oturdu. İşte yine konuşmaya başlamıştı. Benim onu dinlemediğimi bile bile neden konuşuyordu, neden yoruyordu kendisini bilmiyorum ve anlamıyorum. Konuşurken genellikle kafası hep sallanırdı ve kısa sarı bukleleri aşağı yukarı hareket edip dururdu. O konuşurken genellikle buklelerinin hareketlerini izlerdim ben. Anlattığı şeyler benim için çok önemli, bilirdim fakat konuşmasına odaklanmak istemezdim hiçbir zaman. İşte şimdi de aynı şeyi yapıyordum Victoria onu dinlemediğimi fark ettiği zamanlardaki gibi konuşmasını hemen kesti, elleriyle yüzümü tutup kendisine doğru çevirdi “ Bak Aslı “ dedi sakince ve devam etti “İyileşmen için ben ve buradaki diğer doktorlar çok çaba harcıyor. Senden tek istediğim senin de birazcık iyileşmek istemen. Bu niçin bu kadar zor?” Gözlerimi kaçırdım Victoria’dan ve penceremden, bahçeyi izlemeye devam ettim. Uzun kavak ağacının gölgesindeki bankta oturmuş kitap okuyan, benim yaşlarımdaki bir çocuk dikkatimi çekti. Sanki bir yerden tanıyormuş gibiydim. Yüzü tanıdık geliyordu. Ona odaklandım. Victoria ona baktığımı fark etmiş olmalı ki hemen bana ondan bahsetmeye başladı “Şu çocuk… Adı Liam. O da bütün ailesini kaybetti. Annesini, babasını, kız kardeşini. Hem de hepsini bir yangında kaybetti. Yangın yerinden sağ çıkan tek kişi oydu. Buraya ilk geldiği günlerde hiç konuşmazdı o da, tıpkı senin gibi. Fakat iyileşmek istedi o. Buradan çıkmasına da yalnızca iki hafta kaldı.” O an Liam’ı tanıdığımı fark ettim. Liam da benim gittiğim okula geliyordu. Hatta okulda çok tanınan, popüler bir çocuktu. Bir süre okula gelmeyince herkes onu konuşur olmuştu. Yangın olayını duymuştum ama okulda daha değişik şeyler de söylenmişti. Dedikodular hep olurdu. Özellikle de tanınmış biriyseniz... Birçoğu yalandı büyük ihtimalle. En azından Liam'ın evi yakıp ailesinden kurtulup, Bahamalarda büyük bir villa tutarak kendisine bir harem kurmadığı açıkca ortadaydı. Emin olun bu dedikodular arasından en hafif olanıydı. Demek ki, yangından sonra buraya gelmiş o da. Ben beynimde Liam’la ilgili hatıraları toparlamaya çalışırken Victoria. “Onun acısı senden çok daha mı azdı sence Aslı? O, yaşamayı ve güçlü kalmayı seçti. Tıpkı buradaki birçok hasta gibi… Herkesin farklı dertleri var fakat hepsi tek bir şey için buradalar. İyileşmek için… Bence yaşamak zorunda olduğunun farkına sen de bir an önce varmalısın” dedi ve geride topuklu ayakkabılarının mermer zeminde bıraktığı yankıları bırakarak odamdan çıktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kal
Teen FictionSusmayı seçmek bir cezaydı bana göre. Konuşmamayı hak ediyordum. Annesinin ölümüne sebep olabilecek kelimeler söyleyen birisi susmalıydı çünkü. Konuşmak ona yakışmazdı. Konuşmak bana yakışmazdı. Ona göre ise kolaya kaçmaktı susmak. Dertlerden...