16. yitik orkestra

17 0 0
                                    

Salim, Ankara’nın Sincan ilçesinde yaşıyordu. İki çocuklu bir ailenin büyüğüydü. Küçüklüğünden beri müziğe ilgi duyardı. Kız kardeşi resim öğretmeni olmuş, aynı ilçede görev yapıyordu. Salim ise konservatuvarı bitirmiş aynı zamanda düğünlerde org ve bağlama çalıyor, şarkı söyleyerek para kazanıyordu. Müzik öğretmeni olmasına rağmen okullarda çalışmak yerine bu işi piyasada yapıyor, hem alaylı hem okullu olduğu için farkını herkese hissettiriyordu. Zaman zaman da konservatuvara öğrenci hazırlayarak kurslar verip ek gelir elde ediyordu. Bir hafta sonu dükkânında otururken cep telefonu çaldı. Tanımadığı bir numara onu arıyor, hafta sonu için orkestra kiralamak istediğini söylüyordu. Pazarlık ve tanışma faslından sonra arayan kişi Salim’e adresini verdi. Düğünün olacağı yer Ayaş tarafında dağlık bir yerdeydi. Salim biraz garipsedi ama nihayetinde iş iştir diyerek kabul etti. Aradan bir hafta geçti. Cumartesi günü ikindi vakti arkadaşlarıyla dükkânda toplandılar. Salim, Nihat, Muammer ve Dilek sazlarını ve cihazlarını arabaya yükleyerek yola çıktılar. Dilek solistlik yapıyor, Muammer keman çalıyor, Nihat ise klarnet üflüyordu. Neşe içinde yolda ilerliyorlardı. Ayaş ilçesine yaklaştılar. Tarif edilen yerden tepelere giden yola saptılar. Hava iyice karardı. Bayır çıka çıka çok yüksek bir bölgeye vardılar. Öyle bir yere geldiler ki burası sanki terk edilmiş bir yaylayı anımsatıyordu. Etrafta ne bir direk lambası ne de bir yaşam belirtisi vardı. Neşeli muhabbet yerini endişeye bırakmış, hepsi susmuştu. Minibüsün farları uzuna çalıyor, karşı tarafta bir evin önünü gösteriyordu. Bir kadın vardı orda. Elinde bir leğen ve çantayla bunlara bakıyordu. Aracı oraya doğru sürdüler. Salim camı açıp onunla konuşmaya çalıştı ama ne fayda… Olanlar oldu. O garip görünümlü kadın öyle bir çığlık attı ki bunların kulakları duymaz oldu. Etraftan bağrışmalar ve ayak sesleri gelmeye başladı. Aracın içindekiler şoka girmiş, o saatten önceki tüm geçmişi unutmuşlardı. Yüzlerce tuhaf canlı, ellerinde ucu yanan sopalarla minibüsün etrafını sarmıştı. Kadın çığlığı kesmişti. Artık onların nefes ve garip sesleri duyuluyordu. Arabayı iterek evin yanındaki binanın içine soktular. Saz ekibi çoktan bayılmıştı korkudan. Sadece kalpleri çalışıyordu. Meğer onları düğüne çağıran ses amirlerin lideriydi. Yakacak bir av arıyorlardı. Amir, cinlerin insan kılığındaki kabilesine denilirdi. Onların en belirgin özelliği insanların arasına karışıp en ufak iz bile belli etmeden insan gibi yaşamalarıydı. Minibüs yerine yerleştirildi. Binanın üst katı ahşaptı ve saman doluydu. Hızlı bir şekilde aracı tutuşturdular. Bir amir ise samanlığı yaktı. Dakikalar sonra alevler öyle yoğunlaştı ki, ahşap yapının kalın ağaçları ve köz halindeki saman balyaları alt kattaki arabanın üzerine çöktü. Cesetlerin kokusu amir kabilesini heyecanlandırıyor, duman koklamaktan yerlerinde duramıyorlardı. Yaklaşık bir saat sonra cesetler ve minibüs tamamen eridi. Alevler zayıfladı, etraf yeniden karanlığa gömüldü. Amirler ellerindeki ateşli sopaların üzerine kusarak alevi söndürdüler. İçlerinden biri yüksekçe bir taşın üzerine çıkarak şu şiiri okumaya başladı:

Meyirşehşar ırtu be vüdış togle vaçad
Sümrel vey erc ilga cannü asrac
Fessel ins alemü kunup dehşav büsac
Gal küffa hürs samant ayru valüsaerac

eçme Hikayeler

Yitik Orkestra

 27 Kasım 2017  Gülten AJDER Korku Hikayeleri, Sinan Korkmaz

Bu hikayeyi sende paylaşabilirsin

0

0

0

0

TotalShares

Yitik Orkestra

Salim, Ankara’nın Sincan ilçesinde yaşıyordu. İki çocuklu bir ailenin büyüğüydü. Küçüklüğünden beri müziğe ilgi duyardı. Kız kardeşi resim öğretmeni olmuş, aynı ilçede görev yapıyordu. Salim ise konservatuvarı bitirmiş aynı zamanda düğünlerde org ve bağlama çalıyor, şarkı söyleyerek para kazanıyordu. Müzik öğretmeni olmasına rağmen okullarda çalışmak yerine bu işi piyasada yapıyor, hem alaylı hem okullu olduğu için farkını herkese hissettiriyordu. Zaman zaman da konservatuvara öğrenci hazırlayarak kurslar verip ek gelir elde ediyordu. Bir hafta sonu dükkânında otururken cep telefonu çaldı. Tanımadığı bir numara onu arıyor, hafta sonu için orkestra kiralamak istediğini söylüyordu. Pazarlık ve tanışma faslından sonra arayan kişi Salim’e adresini verdi. Düğünün olacağı yer Ayaş tarafında dağlık bir yerdeydi. Salim biraz garipsedi ama nihayetinde iş iştir diyerek kabul etti. Aradan bir hafta geçti. Cumartesi günü ikindi vakti arkadaşlarıyla dükkânda toplandılar. Salim, Nihat, Muammer ve Dilek sazlarını ve cihazlarını arabaya yükleyerek yola çıktılar. Dilek solistlik yapıyor, Muammer keman çalıyor, Nihat ise klarnet üflüyordu. Neşe içinde yolda ilerliyorlardı. Ayaş ilçesine yaklaştılar. Tarif edilen yerden tepelere giden yola saptılar. Hava iyice karardı. Bayır çıka çıka çok yüksek bir bölgeye vardılar. Öyle bir yere geldiler ki burası sanki terk edilmiş bir yaylayı anımsatıyordu. Etrafta ne bir direk lambası ne de bir yaşam belirtisi vardı. Neşeli muhabbet yerini endişeye bırakmış, hepsi susmuştu. Minibüsün farları uzuna çalıyor, karşı tarafta bir evin önünü gösteriyordu. Bir kadın vardı orda. Elinde bir leğen ve çantayla bunlara bakıyordu. Aracı oraya doğru sürdüler. Salim camı açıp onunla konuşmaya çalıştı ama ne fayda… Olanlar oldu. O garip görünümlü kadın öyle bir çığlık attı ki bunların kulakları duymaz oldu. Etraftan bağrışmalar ve ayak sesleri gelmeye başladı. Aracın içindekiler şoka girmiş, o saatten önceki tüm geçmişi unutmuşlardı. Yüzlerce tuhaf canlı, ellerinde ucu yanan sopalarla minibüsün etrafını sarmıştı. Kadın çığlığı kesmişti. Artık onların nefes ve garip sesleri duyuluyordu. Arabayı iterek evin yanındaki binanın içine soktular. Saz ekibi çoktan bayılmıştı korkudan. Sadece kalpleri çalışıyordu. Meğer onları düğüne çağıran ses amirlerin lideriydi. Yakacak bir av arıyorlardı. Amir, cinlerin insan kılığındaki kabilesine denilirdi. Onların en belirgin özelliği insanların arasına karışıp en ufak iz bile belli etmeden insan gibi yaşamalarıydı. Minibüs yerine yerleştirildi. Binanın üst katı ahşaptı ve saman doluydu. Hızlı bir şekilde aracı tutuşturdular. Bir amir ise samanlığı yaktı. Dakikalar sonra alevler öyle yoğunlaştı ki, ahşap yapının kalın ağaçları ve köz halindeki saman balyaları alt kattaki arabanın üzerine çöktü. Cesetlerin kokusu amir kabilesini heyecanlandırıyor, duman koklamaktan yerlerinde duramıyorlardı. Yaklaşık bir saat sonra cesetler ve minibüs tamamen eridi. Alevler zayıfladı, etraf yeniden karanlığa gömüldü. Amirler ellerindeki ateşli sopaların üzerine kusarak alevi söndürdüler. İçlerinden biri yüksekçe bir taşın üzerine çıkarak şu şiiri okumaya başladı:

Meyirşehşar ırtu be vüdış togle vaçad
Sümrel vey erc ilga cannü asrac
Fessel ins alemü kunup dehşav büsac
Gal küffa hürs samant ayru valüsaerac

Anlamı:

Biz sizi asla bizden biri gibi görmedik
Boşuna insan kılığına girip size yalan demedik
Aramıza ayrı canlı alıp sevmedik
Kendimizden başka bir alemi alem diye bilmedik

Amir kalabalığı evlerine çekilmeye başladı. Yanan binanın önündeki kadın, külleri bir kürekle tenekeye doldurdu. Sanki orası hiç yanmamış gibiydi. Yangından eser kalmamıştı. Külleri alarak evine girdi. Aradan bir gün geçti. Orkestrayı merak eden yakınları ne bir telefon sinyali ne de bir kamera kayıtlarına ulaşabildi. Amir kabilesinin şehirdeki uzantıları iz sürülecek her şeyi yok etmişti. Akıllara, kaybolan ve yıllarca izi bulunamayan eşyalar, paralar ve şahıslar geldi. Uzmanlardan oluşan ekipler, hassas duyuları olan köpekler, en ufak sinyali bile yakalayan cihazlar bu gibi durumlarda hep çaresiz kalıyordu. Çünkü ortada bir gerçek vardı. Yanlış yerlerde yanlış araştırmalar yapılıyor, bu ihtimal akıllara dahi gelmiyordu. Yitik orkestra gibi nice eşya, çocuk ve yetişkin yok edilmişti.

Korkmaya Varmısınız?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin