"Evet arkadaşlar. Çok konuşmayacağım çünkü beni dinlemeyeceğinizi biliyorum. Sadece şuna kulak verin; beş dakika zaman aralığında sizi konuşmaya teşvik edeceğim. Hemen oturduğunuz sırada bulunan yandaşınızla birlikte tabii. Ve görmenizi dilerim ki şu kabak gibi ortada bulunan kameranın varlığına bir zahmet sırtınızı dönmeyin. Haydi! Süreyi başlattım. "
Bir... İki... Üç... Dört... Saniyeleri bir müddet sonra yakama tutunmuş üşengeçliğimden ötürü saymayı bırakırken hemen kulağımın dibinde bir ses duydum.
"Adın ne? "
Elimden gelecek tek durumun hocanın vermiş olduğu dakikayı geçiştirmek olacağı için umursamadım.
"Bilmiyorum. "
"Bilmiyorum demeni gerektiren şey ne? "
"Bilmiyorum. "
"Sıkılmadın mı? "
Nefes alışverişlerim hızlandığında sıkılmaktan ölmek üzere olduğumu farkettim. Kendimle bile düşünce savaşına girmezdim, bu gerçekten dolayı.
"Bilmiyorum. "
"O ne demek? "
Bir an stresten boynumda birikmiş olan terlerin asit yağmuruna dönüşüp beni boğacağını hissettim.
"Bilmiyorum. "
Gözlerim sıkıntıyla tekrar saatin üzerinde sabitlendiğinde birkaç dakika daha sabredecek olmamı diledim.
İğrenerek yabancı olduğum kalabalığa baktım. Babamla gelmemiş olsam kaçar giderdim. İşte bu düşünceme gülmek istedim. Onların tavırlarına bile sağırken şuan zamanı unutmak için bunları dillendirmek komikti.
"Peki sen? Boş boş konuşmaktan ne zevk alıyorsun? " diye sormaktan kendimi alamadım.
"Bilmiyorum. "
Güldüm. Neye güldüğümü bile bilmeden. Belki de gülen ben değildim. Şüphe etmedim, düşünmedim.
"Ben biliyorum. "
"Neyi? "
"Bilmiyor oluşunu. "
Sesli bir şekilde güldü. Neden güldüğü cevapsızdı.
"Ben de biliyorum. "
"Neyi? "
"Bilmiyor oluşumu. "
Yüzüm buruştuğunda zaman mekan kavramını yitirdiğimi sandım.
"Şaka şaka. "
O an yüzünü gördüm. Yüzüme baktığında gözlerimin işlevini sorguladım. Ama ona yanıt veren tek şey incelemeye bile uğraşmak istemeyen üşengeçliğimdi.
"Ne şaka? "
"Sanırım buldum. "
"Neyi? "
"Bilmiyorum sözünü kimin bulduğunu. "
"Hı. " Beynim algılamayı terkettiğinde bir şey demeden izlemeyi sürdürdüm.
Masaya parmaklarıyla vurarak ritim oluşturmayı kesti, bakışlarını bana kaydırdı.
O sırada zil sesleri odayı doldurup, kulaklarımın pasını sildi. Hızla sıradan kalktım. Kapıya doğru koştuğumda beni durduran bir şey oldu.
"Hey. "
Kaşlarım çatıldığında omzumun üstünden arkaya doğru baktım. Göz hapsim elinde üzeri eğik yazıyla yazılmış kağıtı tutan yandaşa kaydığında kafamı iki yana salladım. Ne yapıyordu bu?
Kaşlarını kaldırıp gözleriyle avuçlarında tutunduğu kağıda bakmamı istedi.
Uzaktan okunmayan yazıya karşılık gözlerim kısıldı. Biraz daha okuma çabasına gayret ettiğimde başardığımı farkettim.
"Sanırım hikâyemin karakterini buldum. "
Dudak kıvrımlarım izinsizce yukarı kıvrıldığında babamın arkamdan bağırışları kesik kesik geliyordu, umursamadım.
Bakışlarım kağıdı arkasında bıraktığında ne tepki vereceğimi bekleyen yandaşa döndüm.
Elindeki kağıdı sıraya bıraktığında baş parmağıyla sırtımda bakışı olduğunu hissettiğim babamı işaret etti. Göz kapaklarımı kapatarak onayladım. Belki de arkama dönmeden önce son gördüğüm görüntü salakça gülmüş olduğuydu.
Yere bakarak babama doğru yürüdüğümde yüzümde hâlâ sakız gibi yapışan bir gülümseme vardı. Bu kez üşengeçliğime ihanet ettim. Düşüncelerimin kapılarını bir vakit de olsa araladım.
"Sanırım ruh öküzümü buldum, " diye mırıldanışım benim bile duyamayacağım bir şekilde dile getirdiğim son kelamlardandı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÜKENMİŞ DOKTOR
Teen Fiction" Sana bir sır vereyim mi? " diye sordum parmaklarımla kırışmış alnına vururken. Yaptığıma hiçbir karşılık vermeden deli gibi boş boş gülümseyen suratına baktım. " Vermezsen şerefsizsin. " Güldüm öylece. Umursamazlığı ile bozuk ağzına kötü söz söyle...