2

119 8 0
                                    

Felsefe Salonu'ndan çıktığımızda neler konuştuğumuzu asla unutmayacağım; yaptığımız o sohbet, kelimelerin hiçbir özel yanı olmamasına rağmen, o günün anılarıyla birlikte hafızama kazındı. Merdivenleri birlikte inmeye başlamıştık. Yani, birlikte olmasa da, yan yana. Hava açık, gökyüzü maviydi ve her şey değişmişti. Sadece henüz farkında değildik.

Etrafımızdaki herkes birbirine bir şeyler söylüyordu:

"İkiz kuleler yıkıldı!"

"Dersler iptal edildi!"

"Kan bağışlamak istiyorum. Nereye bağış yapabileceğimi biliyor musun?"

Sana döndüm. "Neler oluyor?"

Yurdu işaret ederek, "Doğu Kampüsü'nde kalıyorum," dedin. "Haydi gidip öğrenelim. Adın Lucy, değil mi? Sen nerede kalıyorsun?"

"Hogan'da," dedim. "Ve evet, ben Lucy."

"Tanıştığımıza memnun oldum, Lucy. Ben Gabriel." Elini uzattın. O hengâmenin ortasında elini sıktım ve bunu yaparken başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gamzen geri geldi. Gözlerin masmavi parladı. İşte ilk o zaman yakışıklı çocuk diye düşündüm.

Süitine gidip yurt arkadaşların Adam, Scott ve Justin'le birlikte televizyona baktık. Ekranda insanlar binalardan aşağıya atlıyor, kararmış moloz yığınları gökyüzüne duman işaretleri yolluyor ve ikiz kuleler sonsuz bir döngüde tekrar tekrar yıkılıyordu. Tahribatın büyüklüğü karşısında aptallaşmıştık. Hikâyeleri kendi gerçekliğimizle bağdaştıramadan, aval aval görüntüleri izliyorduk. Bunların yaşadığımız şehirde, oturduğumuz yerden on bir kilometre ötede olup bittiği gerçeği, gördüklerimizin bu şehirde yaşayanlar –kanlı canlı gerçek insanlar– olduğu gerçeği kafamıza dank etmiyordu. En azından benim için öyleydi. Oradan çok uzaktaymışız gibi hissediyordum.

Cep telefonlarımız çalışmıyordu. Arizona'daki annene iyi olduğunu söylemek için yurt telefonunu kullandın. Ben de Connecticut'taki annemle babamı aradığımda eve dönmemi istediler. Kızları Dünya Ticaret Merkezi'nde çalışan bir tanıdıkları vardı ve kimse ondan haber alamıyordu. Başka birinin kuzeni de Windows on the World'te düzenlenen bir kahvaltı toplantısına katılmıştı.

"Manhattan'ın dışı daha güvenli," dedi babam. "Ya şarbon kullanmışlarsa? Ya da başka bir biyolojik silah? Sinir gazı?"

Babama metronun çalışmadığını söyledim. Muhtemelen trenlerin de.

"Gelip seni alırım," dedi. "Hemen arabaya atlıyorum."

"Ben iyiyim," dedim. "Arkadaşlarla birlikteyim. Hepimiz iyiyiz. Seni sonra ararım." Hâlâ gerçek gibi gelmiyordu.

Ben telefonu kapatınca, "Biliyor musun," dedi Scott. "Ben terörist olsaydım, bizi bombalardım."

"Ne diyorsun lan sen?" dedi Adam. NYPD'de çalışan amcasından haber bekliyordu.

Scott, "Yani, akademik açıdan düşünürsen..." diye başladı ama devamını getirmedi.

"Kapa çeneni," dedi Justin. "Ciddiyim, Scott. Şimdi hiç zamanı değil."

"Gitsem iyi olacak, sanırım," dedim sana dönerek.

Seni doğru dürüst tanımıyordum. Arkadaşlarınla yeni tanışmıştım. "Oda arkadaşlarım nerede olduğumu merak etmiştir."

Telefonu tekrar bana vererek, "Onları ara," dedin.

"Ve Wien yurdunun çatısına çıkacağını söyle. İsterlerse seninle orada buluşabileceklerini söyle."

"Nereye çıkacağım?"

"Çıkacağız," dedin ve parmaklarını dalgınlıkla saçımın kuyruğunda gezdirdin. Sanki kişisel alanların etrafındaki tüm bariyerler az önce yıkılmış gibi, samimi bir hareketti. İzin almadan başkasının tabağından yemek gibi. Ve o anda sana bağlandığımı hissettim. Sanki saçımdaki elin, benim için, gelişigüzel hareket eden  gergin parmaklardan çok daha fazlasını ifade ediyordu.

Yıllar sonra, saçımı bağışlamaya karar verdiğim za man, kuaför normalden daha koyu kahverengi görünen atkuyruğumu poşete sarıp elime tutuşturduğunda, o anı düşündüm.

O sıralarda benden dünyalar kadar uzak olduğun halde sana ihanet ediyormuşum gibi hissettim. Aramızdaki bağı kesmişim gibi.

Ama o gün, saçıma dokunduktan hemen sonra ne yaptığını fark edip elini kucağına indirdin. Bana tekrar gülümsedin ama bu kez gözlerinin içi gülmedi.

Omuz silktim ve "Olur," dedim.

Sanki etrafımızdaki dünya parçalara ayrılıyordu, sanki kırık bir aynanın içinden geçerek ayrı bir alana girmiştik ve burada hiçbir şeyin anlamı yoktu; zırhlarımızı indirmiştik; duvarlarımız yıkılmıştı. Böyle bir yerde hayır demek için hiçbir sebep yoktu.

Kaybettiğimiz Işık Ön OkumaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin