Şehr-i İstanbul bu gün çok farklı bir sabaha uyanmıştı. Şems* ışıklarını yaymaya başlayınca sarayda çoktan hareketlilik başlamıştı. Cariyeler oradan oraya koşuyor valide sultanın odasını hazırlıyordu. Bir cariye elinde kirli çamaşirlar ile çamaşırhaneye girdiğinde bir çığlık koptu. Korku, endişe ve can havli ile bastığı çığlık bütün haremi ayağa kaldırmıştı. Haremde ki kalfalar, cariyeler ve ağalar çığlığın geldiği yere girdiklerinde gördükleri ile şok oldular. Ama sıradandı. Harem-i Hümayun'da hicran dolu ömürler geçerken kimileri dayanamayıp idâm-ı nefes* ediyorlardı. Ancak bu cariye için yeni birseydi çünkü saraya daha iki hafta önce gelmişti. Müntehir* ağalarca üstü örtülüp gasilhaneye* götürdüler.
Bunlar yaşanırken valide sultan dairesinde ise hayat başlamıştı. Gülümser Sultan uyanmış etrafını cariyeler sarmıştı. Saçları yapılıyor, kaftanlar seçiliyor, tacları takılıp, gün içinde yapacaklarını dinliyordu. Birden hışımla kapı açılmış içeri sağ kolu Lâl Ağa girmişti. Destursuz daireye dalmanın utancını kendine yediremese de belirli aralıklarla sürekli tekrar eden bu hadiseyi sultanına bildirmesi gerekiyordu. Sultana ağır, değeri yüksek taşlarla süslü büyük tacı taktıktan sonra başlarını eğerek daireyi boşaltan cariyeler, sultan ayağa kalktı. Eteklerinden tutarak dairenin en geniş ve ferah bölmesine geçti. Sedirlerin* baş köşesine geçip kurulduğunda önüne sabah kahvesi gelmişti. Ilk yudumu aldıktan sonra gözlerini Lâl Ağa'ya dikti. Destursuz dairesine girmesinin bir maksadı olması gerekiyordu. Lâl kelamları içinden kurup kurup yıkıyordu. Söyleyeceği iki kelimeyi yanyana getirmekte zorlanıyor, çaresizce başını etmiş bekliyordu.
"Seni dinliyoruz Lâl Ağa! Daireme destursuz girecek kadar ne oldu? Söyle!" Sultanın durgun ve sıradan çıkan sesine karşın vurguları sertti. Asalet timsali olarak yüceleşerek oturduğu yerden otoritesini haykırıyordu. Lâl başını kaldırıp yıllardır başını yoluna koyduğu kadına baktı. Sonra hemen gözlerini yerde ki acem işi halıya indirdi. "Sultanım." Sadakati sadece bu kadına olan ağa sonunda size başladı. "Sultanım, sık sık tekrarlanan idâm-ı nefes olayları mâlumunuz. Bugün yeni gelen cariyelerden biri.." duraksayıp başını kahvesini yudumlamakta olan kadına baktı. Sonra ise devam etti. "Çamaşırhanede müntehir bir hatun bulmuş. Hatun da." Şimdi sözün özüne gelmişti. Sultanın merakını cezbeden bu meselenin başrolüydü. Kahvesinin son tutumunu alıp sehpaya usulca bıraktı. Bakışlarını artık tamamen ağaya dikmişti. "Kimmiş?" Ela gözlerini karşıda ki kadının deniz mavisi gözlerine diktiğinde Lâl, gördüğü tek şey umursamaz bir meraktı. Sultani yıllar geçerken saraya geldiği masumluğunu diğer kadın sultanlar gibi yitirmiş ve zalimleşmişti. Bu sebepten ölüm haberleri sarsmıyordu kadını. "Sizin dün hünkarımıza sunduğunuz o hatun!"
~~~~~~~~~~
Sarmaşıkların duvarları sardığı gizli geçitten sonra ayyuka çıkan çeşit çeşit çiçeklerin, bitkilerin bulunduğu, yüzmek için yapılmış büyük havuzlu, bir terası bulunan gizli bahçede kılıçların şakırtısı duyuluyordu. Sarı saçları ile güneş gibi parlayan adam, koyu kumral saçları ile dikkat çeken yakışıklı gencin elinde ki silahı tek bir hamle ile yere düşürdükten sonra kendi kılıcını da yere fırlattı. Iki silahsız adam gümrük yumruğa dövüşeceklerdi. İlk hamle sarı saçlı adamdandı. Bir tekme savurup dengesini kaybettirdikten sonra ciddi bir yumruk indirdi suratına. Kendini toparlamaya fırsat bulamadan yeri boyladı adam. Daha sonra ise çevik bir hamle ile diğerinin ayağını kaydırmak sureti ile yere düşürmüştü. Ayağa kalktıktan sonra diğer adamda kalkmıştı.
Ilk hamle bu sefer koyu kumral adamdan gelmişti. Yumruğu geçirmeye çalışırken, sarışın kolu bileğinden tuttuğu gibi sırtına bükmüş ve dirseği ile çenesine vurmuştu. Bu ferhaş* böyle sürüp giderken bahçeye açılan kapıda ise üstünde kahvenin koyu tonlarından seçilmiş kadife ve ipek karışımı erkek kavramı ve başında ise saray görevlilerine ait kovuğu ile el pençe divan* bir adam duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİLHUN ~YavBah~
FanfictionYıllardır yaşadığı amaca ihanet ettiği için ne kadar pişmanlık duyuyorsa, şu anda gözlerine esir olduğu adamın dudaklarından aldığı lezzete de doymuyordu. Saraya geldiği zamanları hatırlayıp gülümserken, aldığı canları ve yaktığı yürekleri hatırladı...