3.Bölüm

492 61 34
                                    

Merhabalar! Bölümü çok geç paylaştığımın farkındayım. Kusura bakmayın, lütfen..

Yorumlarınızı, votelerinizi bekliyorum!♡

~~~~~~~~~~~~

Gecenin mavisi, sarayın altın sarısını sarmalıyordu. Etrafında yanan o meşaleler öyle çoktu ki saray bir alev topunun içinde imişçesine duruyordu. Hasodanın içinde kurulan, ihtişamı hoş dolduran o sofraya son tabağı ekledi, Hasoda Başı.

Yemeklerin tepsiler üzerinde dizilimini duzeltince doğruldu. Yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. Agrafena'nın getirdiği o mektubu düşünüyordu. Büyük oyunda onunda bir yeri vardı ve o büyük oyun Osmanlı'nın sonu demekti. Bu oyunu bitirmek ve devletini kurtarmak için düşüncelere dalmıştı. Öyle ki Yavuz'un içeri girdiğini fark etmemişti bile. Fark ettiğinde yüzünü ona dönüp selam verdi. Belini bükmüş, kafasını eğmiş, ellerini karnında birleşirmişti. Sonrasında doğruldu. Yavuz'a baktı.  Mavi kadife kumaşı üzerine pırlantalar ve altın işlemelerle süslemişlerdi. Kollarını sarıyor, kaslarını ortaya çıkıyordu. Kaftanın içine giydiği siyah deri don(pantolon), kaftanın belinden bağlı kuşağından aşağı  sonra çapraz şekilde düşmesi ile belli oluyordu. Omuzlarından başlayıp kolu ile hiç bağlantısı olmayan iki kumaş parçası iniyordu. Kafasında ise büyük safir taş ve elmaslarla süslü broşun takılı olduğu bir kalpak vardı. Mavi gözlerini açığa çıkaran bu kaftan üstüne tam kurulmuş, daha yakışıklı yapmıştı. Hafif kirli sakallarını kaşıyarak sofranın baş köşesine kuruldu.

"Agrafena Aleksandrovna ile ilgili herhangi bir bilgi var mı?" Aklını kurcalayan bir sürü devlet meselesinden ziyade gelen o mektup çok dikkat çekiciydi. Bu dikkat çekicilik yüzünden iki ay sonra ilan edeceği sefer planını aksatıyordu. Bu mektup özellikle eline geçirilmiş olabilirdi. "Hayır efendim, sadece resmi kayıtlarda orduda yüksek rütbeli biri olduğu biliniyor. Ancak ne Çarlık ne de bizim arşivimiz onunla ilgili bir bilgi sunmuyor bize. Sanki hepsi ağız birliği etmiş." Sofrada gezindirdiği mavi gözlerini birden adamın üstüne dikti. Devletin içinde hainlerin olduğunu biliyordu, o hainlerin bir çok işi bilerek aksattığı yahut yapmadığının da farkındaydı. Ama bizzat emrettiği bir şeyi böyle ayan beyan yapmamazlık büyük cesurluktu yahut fazla aptallık!

"Ne düşünüyorsun?"

"Sultanım, size karşı yapılabilecek herhangi bir karşı saldırı yaklaştı sanırım." Hasodabaşı'lığına başlayalı neredeyse on yıl oluyordu. Bu adamın babasını da çok iyi tanıyordu. Ne kadar zalim, küstah, acımasız olduğuna çoğu kez şahit olmuştu. Lakin oğlu öyle değildi. Bu adam boş yere adam öldürmeyi bırakın bir çiçeğin yaprağı kendiliğinden solsa içi acırdı.

"'Saltanatın tehlikede.'diyorsun yani?" Gözlerine cesurca baktı karşısında olan gencin.

"Devlet-ü Saltanatın içinde her daim hainler vardı. Kimisi şahsi menfaatleri için, kimisi güce ortak olmak için, kimisi ise devleti yıkmak için küffarla birlik oldu. Ihanet etti. Şüphesiz ki güç, Firavun'lar doğurur." Durdu adam. Kendisine bakan gencin gözlerinde bir şeyler aradı. Onun hitabını öyle dinliyordu ki; durmak ayıp olurdu. Bir iki adım attı gence doğru. Eğildi, sanki sır veriyormuş gibi durdu.

"Lakin unutma; her Firavun'da Musa'sı ile birlikte doğar. Mesele şu!" Doğruldu adam. Ellerini belinde olan hançerin sapına ve beline koydu. "Sen hangisi olacaksın?"

Yavuz, karşısında olan adamın hitabını hayranlıkla dinledikten sonra başını eğdi. Hasodanın mermerlerine baktı mavi gözleri ile. Her bir santimini incelerken gözbebekleri daha da büyüdü. Göz aklarının ortasında önce mavi bir çizginin içinde koskocaman bir siyahlıkla kaldırdı başını. Tam o sırada ise kapı tıklatıldı.

DİLHUN ~YavBah~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin