Tamamen farklıydı günüm. Yirmi iki yıllık hayatımda belki de sadece bugün yanımda birisiyle uyanmıştım. Bacağımın uyuştuğunu hissedip uyanmıştım ve dün geceyi hatırlamam biraz zaman almıştı. Tanımadığım birisini itirazsız evime almış bir de üstüne onunla uyumuştum. Tek mazeretim beni hipnoz ettiğiydi. Kesinlikle hipnoz falan etmişti yoksa bu kadar kolay yumuşayacak birisi değildim.
Bacağım hâlâ sızlıyordu ben ise kollarımın arasındaki beden uyanmasın diye nefesimi bile yavaşça alıyordum. Eğer göğsüm hızlı hareket ederse uyanabilirdi ,değil mi?
Ellerim yumuşak saçlarını buldu , istemsiz bir şekilde. Saçlarını yavaş yavaş okşuyordum. Elim saçlarının arasında kayboluyordu. Ne kadar daha böyle durduk bilmiyordum zaten uyuşan bacağımı da unutmuştum. Kokusu kesinlikle ilaçtı. Her nefesimde organlarım yorgunluğundan arınıyor gibiydi. Ciğerlerim bu birkaç saatte kesinlikle tertemiz olmuştu.
Göğsümdeki kafası kıpırdandığında saçıyla oynamayı bırakıp kollarımı gevşettim. Bedenini, iki yanıma uzattığı dirseklerinin yardımıyla havaya kaldırmış yüzümü izlemeye başlamıştı. Kesinlikle komik bir ifadedeydik ikimizde.
"Jimin?"
Sesinin tınısına takılı kaldığım birkaç dakikayı hiç hatırlamıyorum. Bir şeyler daha dedi mi? Umurumda değil. İsmim dudaklarına ne kadar da yakışıyor öyle...
Oturur pozisyon aldığında - ki kesinlikle hoş bir yerde oturmuyordu, ne bileyim belki karşı koltuğa falan geçebilirdi , kucağım dışında bir yere - takılı kalan ifademi düzeltip tekrar anlattıklarına odaklandım.
"Üzgünüm, yani ben şey," uzun , ince parmakları birbirine girmişti ve onları izliyor arada dudaklarını dişliyordu. "sen uyuyunca gitmeliydim. Özür dilerim..."
Bir cevap beklercesine yüzüme baktığında ellerimi kucağımdaki ellerine uzattım. Evet, bu da istemsiz oldu. Ben beynimi kullanmadan hareket ediyorum, evet.
"Önce , acaba ,kucağımdan mı kalksan?"
Gözleri birkaç kere açılıp kapanmış ve kafası yavru bir köpeğin söylenenleri anlamak istediği andaki gibi bir sağa bir sola eğilmişti. Sonunda demek istediğimi anlayıp ,iki yanımdaki bacaklarını kaldırmıştı. Kalkması bile çile gibi gelmişti gerçekten.
Biraz saf mıydı?
"Özür , özür dilerim Jimin..."
Uyuşan bacaklarım yüzünden hareket edemiyordum ve yüzüm acıyla kasılıyordu. Elimi önemli değil dercesine sallayıp bacaklarımı tutmaya başladım. Kangren olmuş olabilirdim, kocaman adamsın, üzerimde ne diye yatarsın ki!
"Jimin , canın mı yanıyor?" Bir eli , elimin üzerinde yerini alırken , diğer elini omuzuma atmıştı. Bedenimi yavaşça oturur pozisyona getirdiğinde - çok acılı bir süre içerisinde - rahat nefes alabilmiştim.
"Teşekkür ederim," adını bilmiyordum. Harika...
"Hoseok, Jung Hoseok."
"Hoseok."
İkimiz de birbirimizi izliyorduk , sıkıntı içinde. Dünki çocuk değildi sanki karşımdaki . Bir başkası ile konuşuyor gibiydim.
Koltuktan kalkıp kapıya doğru ilerlediğinde , onu tekrar görme arzusuyla dolmuştum. Durdurmalıydım.
"Hoseok," kapı kolundaki eli durmuş ve bakışları beni bulmuştu.
"Hyung." diye düzelttiğinde emin oldum. Dün gelen veya az önce kucağımda utançtan gözlerini kaçıran kişi olamazdı.
"Hyung, numaranı verecek misin?"
Telefonumu masadan alıp koşarak yanına gitmiş ve eline sıkıştırmıştım. Şifrem falan yoktu , karıştırabilirdi de.
Birkaç saniye içinde numarasını yazmış ve çıkmıştı. Çıkmadan önce beni şaşırtıp yanağıma sulu bir öpücük kondurmuş ardından kırmızı yanaklarıyla uzaklaşmıştı boş sokaktan.
Yüzümde garip bir sırıtmayla kahvaltımı yapmış ve işe gitmiştim. Şimdi bir flörtüm mü vardı?