IV

5 0 0
                                    

Abdullah uzaklaştıkça bozkırın karanlığının içine gömülüyordu. Akşam olmuş hava kararmıştı. Çadırların içinden kopuz sesleri yükseliyordu. Boy askerleri çadırların ortasına yığdıkları odunları tutuşturdular. Uluğbek Ubade ile birlikte Boy liderinin otağına geçtiler. İkisi de başlarını eğerek çadırdan içeri girdiler. İçeride büyük bir sofra kurulmuştu. Sofranın başında Uluğbek'in ağabeyi Adlıbek oturuyordu. Hemen sağında karısı Aytuğ Hatun ve solunda oğlu Baştugay oturuyordu. Adlıbek kırk beş yaşında kır saçlı aynı kardeşi gibi dolgun yüzlü ve keskin bakışlı biriydi. Bir Tatar bile bir bakışından korkup dağlara kaçabilirdi. Çadırın geri kalanı ailenin ileri gelenleriyle doluydu. Konuşma sesleri boğuk bir uğultu oluşturuyordu. Uluğbek Ağabeyinin gözlerine bir şey söylemek istediğini ima ederek baktı. Ağabeyi durumu anlamıştı."Dinleyelim bakalım kardeşimiz ne söyler!" dedi güçlü bir sesle. Ortamı derin bir sessizlik kapladı. Uluğbek kendini toplayarak lafa başladı.

—Ağam! Bu gördüğünüz genç İslam halifesinin yeğenidir. Dün otağımıza bir Arap komutanıyla beraber geldi. Yolda Tatarların saldırısına uğramışlar. Bu genci öldürmek isterler. Güven içinde olacağını düşünerek komutan bize emanet etti. Eğer ağabeyim izin verirse kendisini Kaşgar'a götürmek isterim. Ortalığı bir anda daha güçlü bir uğultu sardı. Uluğbek'in kendisi de bu durumun Tatarları Boya musallat etmek olabileceğini biliyordu. Adlıbek bir süre düşünceli gözlerle konuşanları izledi. Elini havaya kaldırarak konuşanları susturdu.

—Biz bu meseleyi biraz düşünelim. Doğrusu kardeşimizin bize sormadan böyle bir işe kalkışması bizi hoşnut etmedi. dedi ve eliyle çıkmalarını işaret etti. Uluğbek büyük utanç içine girmişti. Ubade de aynı şekilde manasız bir utancın içine sürüklenmişti. Çadırdan çıktıklarında birbirlerine bir süre boş boş baktılar. Aralarındaki sessiziliği yanlarından geçen Teginay bozdu.

—Acar'ın çadırında eğlence var. Ne duruyorsunuz siz de gelin hadi! dedi. En azından az bir süre için bu utanç çukurunun içinden çıkabileceklerini düşünerek Acar'ın çadırına gittiler. Acar Boyun en iyi kopuz çalan Ozanının oğluydu. Her hafta bir akşam böyle eğlence gecesi yaparlardı. Çadırın tavanında kandille donatılmış bir avize olduğu için içerdeki ışık girişten boyun yarısını aydınlatıyordu. İçeride on beş kişi vardı. Ortada Acar ve ihtiyar dedesi, Girişin yanında boyun yakışıklısı Kökmen yine av maceralarını gururlu ve mübalağalı tavrıyla anlatıp arkadaşlarını eğlendiriyordu.

Kökmen, Uluğbek'i görünce hemen konuşmayı bıraktı.

—HeyUluğ! gel şöyle yanımıza otur. o yanındaki kim? Uluğ, Ubade'ye gözüyle işaret etti. Arkadaşlarının açtığı boşluğa oturdular. Hemen ikisinin de ellerine birer bardak Çakır verdiler. Uluğbek başlığını çıkararak kopuz ezgileri arasında konuşmaya başladı.

—Bu genç Araptır. Adı Ubade. Kökmen Ubade'ye döndü.

—Türkçe biliyor musun?

—Biraz biliyorum. Kurtuba'da öğrenmiştim.

—Kurtuba mı? Orası neresi?

—Endülüs'ü bilmiyor musun? Arkadan bir arkadaşı Kökmenin başına dostça vurarak "Bozkır'dan başka yer bilmez bu ha, ha" dedi. Hepsi birden gülmeye başladılar. Kaşgarlı arkadaşları Oğramış biraz harita bilgisinden faydalanarak Ubade'yle konuştu.

—Endülüs'te mi yaşıyorsun?

—Hayır. Orada eğitim gördüm. Sonra orduya katılmak istediğimi bildirdim. Yolum beni Basra'ya sürükledi. Halifenin yeğeni olduğum için işim zor olmadı.

Bozkırın çayırları ilerledikçe kayboluyor, ufak tefek bitkiler yerlerini kuma bırakıyordu. Kökmen ağzına toz kaçmaması için koluyla ağzını kapattı. Gün öğleden sonra olmuştu. Uluğ ve Kökmen grubun önünde gidiyordu. Arkadan Adlı'nın gönderdiği askerlerden biri fırsat bulup konuştu.

----Beyim! Atlar çok yoruldu. Biraz dinlenelim! Teginay eliyle ileriyi gösterdi.

----Az kaldı sabredin! Yakınlarda bir köy var oraya vardığımızda dinleniriz!

----Beyim Yagma ilini çoktan geçtik.

----Biz Yagma'ya gitmiyoruz. Kurtaş'a gidiyoruz.

----Ne!? Beyim orası Tatar köyüdür. Canımıza mı susadık?

----Şu an benim emrimdesiniz. Ben nereye siz oraya!

Uzun bir müddet daha gittiler. Köye vardıklarında karşılaştıkları manzara karşısında hepsi şok olmuştu. Saman çatılı evler ateşe verilmiş ve köydeki herkes katledilmişti. Hepsi bir anda silahlarını çıkardılar. Haydutların gittiklerinden emin olduktan sonra Uluğ ve Kökmen atlarından inip Köyü saran yoğun ve kayıtsız dumanın içine daldılar. Ortalık savaş alanı gibiydi. Her tarafta üzerinde oklar ve kılıç yaraları olan cesetler vardı. Han kapısına geldiklerinde orasının da talan edildiğini gördüler. Sağlam kalan birkaç ev vardı sadece. Köyün çıkışında kalan bir evi dinlenmek için seçtiler. Askerleri çağırdılar. Kökmen'in yüzü tedirgin bir şekil aldı. Bu evde kalkmaktan da pek hoşlanmamıştı.

----Burada başımıza bir sıkıntı gelmesin! Uluğ yaptığı şeyi tam olarak bilmediğini hissetti. Neden o adama yardım etmişti? Onu ne kadar tanıyordu ki? Peki ya Ayçin? O yaşıyor muydu? Duvara yaslandı ve pencereden köyden yükselen dumanı izlemeye başladı. Bu işe neden bulaştığını düşündü. Dış dünyaya dönerek Kökmen'e cevap verdi.

----Baştak'ı bulmadan geri dönemeyiz dedi.

Kara bulutların ardından odaya yansıyan ışık hisleri soğurup karamsar bir ruh haline sokmuştu herkesi. Tekrar başlayan yağmurun sesi millette bir uyku hali uyandırmıştı. Uluğ bile gözkapaklarının artık açık durmak istemediğini hissetti. Kökmen ise çoktan omuzuna başını koymuştu.

Uluğ gözlerini açtığında akşam olmuştu. Yağmur beraberinde köyden yükselen dumanı da beraberinde götürmüştü. Odanın içinde derin bir sessizlik vardı. Odada yirmi kişiydiler. Uluğ bir an Kökmen'in odada olmadığını fark etti.

----Kökmen sakın düşündüğümü yapmış olma! dedi içinden. Aceleyle kalkıp askerleri uyandırdı. Herkes yavaşça doğrulup ayılmaya çalışırken hızlı adımlarla dışarı çıktı. Kökmen cesetlerden birine bakıyordu. Genç bir kızdı bu.

----Yazık olmuş kıza? Şu Tatarlardan birini avlamazsam içim rahat etmez. Dedi. Uluğ o anda derin bir oh çekti. Herkes atını hazırladı ve tekrar dört nala yolculuklarına devam ettiler. 

TARİHİN EFENDİLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin