Abdullah Azerbaycan'a kadar gelmişti. Biraz dinlenmek için şehir merkezine girip atını br dışarıdaydı. Salon sahibi yanına geldi.
----Ne istersin Beyim?
----Biraz et...
Adam önüne geniş bir tabakla et koydu. Sonra heybesinden ekmeğini ve suyunu çıkardı. Yemeğini yerken diğer müşterilerin konuşmalarını duyuyordu.
----Halife şiilerle anlaşma yoluna gidecekmiş.
----Bizans buna dayanamayacak desene...
----Müslümanların üzerine Tatarları salmayı düşünüyorlarmış.
Abdullah aniden arkasını dönüp adamlara baktı.
----Ne dedin sen!?
----Beyim bunlar sadece söylenti. Tatarlar, Hazarların elinden kurtulmuş mu ki Araplarla uğraşsın!?
----Siz Togaç Noyan diye birini tanıyor musunuz?
----O dağ serserisini mi? Beyim o adamın cebinde tek bir bakır para bile yoktur. Hem neden sordun bu adamı?
----Önemli bir şey değil! Dedi ve yemeğini yarıda bırakıp hemen atına bindi. Şimdi kafası iyice karışmıştı. Dört nala sadece Basra'da inmek üzere yola koyulmuştu. Kış mevsimi başladığı için hava soğumaya yüz tutmuştu. Yolda giderken şiddetli ve soğuk bir rüzgar yüzünü okşuyordu. İki gün kah yavaş kah hızlı yoluna durmadan devam etti. Basra'ya yaklaşmıştı artık. Kafasındaki soruların cevabı orada yatıyordu. Samarra camisinin yanından geçerken minarenin tepesine askerlerin koyulduğunu gördü. Bunlar normalin aksine siyah sarıklıydılar. Kayıtsız bir şekilde oradan geçti. Basra'nın gözcü kulesi görünmüştü. Atın yorgunluktan yürüyemediğini fark etti. Hemen inip Şehre yürüyerek gitti. Şehir muhafızları da siyah sarıklıydı. Bunlar Abdullah'ın bıraktığı askerler değildi. Birinin yanına gidip sordu.
----Emir askerlerde değişlik mi yaptı?
----Evet! Bundan sonra şehrin müdafileri biziz!dedi. Adamın lehcesinden anladığına göre bunlar Yemenliydi. Şehrin sokaklarına daldığında ortalığın çok değiştiğini gördü. Yemenli askerler kapıları tekmeliyor. Kadın erkek ayırmadan dövüyor ve keselerini alıyordu. Bir tanesi çocuğun birini kılıçla öldürecekken yetişti.
----Sen ne yaptığını zannediyorsun? Adam Abdullah'a kılıçla vurmaya yeltendi. Ama o evvel davranıp adamın karnına onun kılıcını geçirdi. Askerler hemen onu yakaladılar.
----Durun! Ben Emir Muhammed'in muhafızıyım! Adamlar kahkahalara boğuldu.
----Emir Muhammed şu anda mezarlıkta. Seni de onun yanına göndeririz. O sırada uzaktan bir nida yükseldi."Bırakın onu!" bu Cafer idi. Askerler hemen esas duruşa geçtiler. Abdullah biraz şaşkınlık içinde Velid'e baktı. Cafer orta boylu, gür dalgalı saçlı, keskin bakışlı biriydi. Üzerinde inci işlemeli bir sarık,özel kumaştan bir entari vardı. İki elinin dört parmağında gümüş yüzükler ve boynundaki madalyonla hint krallarını andırıyordu. Kollarını açarak Abdullah'a sarıldı. Abdullah hiç karşılık vermedi.
----Hoşgeldin dostum! dedi Velid. Abdullah onun üzerinde vir süre gözlerini gezdirdi.
----Bu halin ne senin? Hem Emir Muhammed nerede? Ona söyleyecklerim var!
----Emir Muhammed öldü. Karşında yeni Emir-i Ümera Cafer bin Harras var. Gel seninle biraz konuşalım. dedi ve onu kolundan tutup saraya götürdü. Sarayın avlusundaki cariyeleri dışarı kovdu ve Abdullah ile bir masaya karşılıklı oturdular.
Abdullah söze başladı.
----Cafer...Ne oluyor burada? Emir nasıl öldü? Bana herşeyi anlatmanı istiyorum.
----Tabii! Sana herşeyi baştan anlatayım. Sende biliyorsun ki Bizans'la uzun zamandır harp halindeyiz. Neredeyse elli yıldan beri iki taraf da binlerce asker kaybetti. Yakın zamanda Kral Bassil'in valisi Reichard yeni bir taktik üretti. Kafkasya'daki soylu Tatar aşiretlerini tek çatı altında toplayıp Bağdat'a ağır bir darbe indirmeyi planlıyor. Halife ne yapacağını şaşırdı şiilerle ittifaka girmeye çalışıyor. Onlara karşı koyan herkes ölümü kabul etmiş demektir. Ben Emir Muhammed'i Basra ve Vasıt için bölgesel bir anlaşmaya ikna etmeye çalıştım.
----Tabii ikna olmayınca onu öldürüp tahta oturdun. Ve dahi bu uğurda beni ve Ubade'yi ölüme yolladın.
----Hayır öyle demeyelim. Ben ona tahtı bırakmasını söyledim. Ama o düşmanlığı tercih etti.
----Ey eski dostum Cafer. Büyük bir ihanet içindesin!
----Ben hain değilim! Abdullah yumruğunu masaya vurdu.
----Hainsin! Togaç denen adama o mektubu da sen gönderdin!
----Abdullah... sen benim dostumsun. Gel benim yanımda dur. İkimiz de bu harpten kazançlı çıkalım. Bu devletin ömrü çok uzun değil. Abdullah sinirden kızarmış bir şekilde ayağa kalktı.
----Ben senin gibi küffara kucak açan biriyle dost olmam. Dış kapıya doğru yöneldi.
----Şunu da bil ki sen de o tahtta fazla uzun duramayacaksın. Cafer ellerini arkada topladı ve başını yukarı kaldırdı.
----Eski günlerimizin hatırına seni zindana attırmıyorum. Ama bil ki bundan sonra benim düşmanımsın! Abdullah hızlı adımlarla dışarı çıktı. Bütün adamları zindandaydı. Aceleyle atına bindi. Şehirden dışarı çıkarken biraz zihninde muhasebe yaptıktan sonra ilk olarak Halifeyle görüşmeye karar verdi. Gözcü kulelerinin arasından geçerken birinin kendine seslendiğini hissetti.
----Komutanım! Abdullah arkasını döndüğünde çok şaşırdı. Bu adam Sellam'dı.
Çok sevinmişti. Demek ki ölmemiş. Sellam onun yanına koşarak geldi.
----Komutanım geldiniz mi? Size söyleyecek çok şeyim var!?
----Ben herşeyi öğrendim Sellam! Sen neredeydin?
----Efendim iki gündür zindandayım. Bütün Komutanlar ve Emirin ailesi orada.
----Biiznillah hepsini çıkaracağız!
----Arkadaşlarımız neredeler?
----Onlar Kaşgar'da!
----Peki benim yapmamı istediğiniz bir şey var mı?
---- Evet var! Doğruca Harzan köyüne gidip Uluğ'dan gelecek haberi bekle. Ben sana sonradan bir mektup göndereceğim onu elçiye vereceksin. Ama sakın ölme! dedi ve tebessüm etti.
----Peki Komutanım!
Ufuklarda hala şehre giren Tatar kumandanlar cirit atıyordu. Bu saatten sonra her dakika öncekinden daha önemliydi.
ağladı. Gün ortasında şehir canlıydı. Sokağın biraz ilerisinde bir yemek salonuna geçti. Masala