İnsanlar yaratılırken Tanrı'nın onlara ruhundan üflediği inanışı vardı. Her insan Tanrı'nın ruhundan bir parça taşır mı? Canavar ruhlu insanlara Tanrı kendinden verir mi?Ateşin başlı başına bir ruh olduğuna inanırdım. Kimi zaman kavurucu güneşin altında, kimi zaman kemikleri sızlatan soğuğun etkisinde kurumuş dipdiri olmuş odunun yanarken çıkardığı o çatırtı... Ruh kırılınca, yanınca çatırdamaz mıydı? Ateş bedeni olmayan bir ruhtu.
Ruhu yanarken önünde yanan kuru dalları izleyen küçük bir kızla bakıştı gözlerim. Rüzgarın ne zaman estiği belli olmayan, estiğinde insanın çıplak kalmış bedenini kırbaçladığı bir gecede takılı kalmıştım. Birkaç adım ötemde küçük bir kız çocuğu ateşe açtığı avuçlarını ısıtmaya çalışıyordu. Küçük kızın omuzları üzerinden attığı bakışlarla gözlerim buluştu. Damağıma yapışan dehşetle ellerimi açılan ağzıma örttüm. O bendim. Küçüklüğüm. Altıncı yaşım. Zihnimde karıştırılan tozlu sayfalarda bu anın defalarcası gözlerimin önüne serildi. İçinde bulunduğum ana yabancı değildim. Ama her seferinde demiri dövmek için ısıtılan çekicin göğüs kafesime vurulması gibi şiddetli ve taze bir şekilde hissediyordum acıyı. Bu gecenin üzerinden yıllar geçse de sıcaklığı geçmiyordu.
Aniden esen sert rüzgar avuçları önündeki ateşe açık küçük kızın içini üşütürken içimde alevlenen duyguları harlayıp gitti. İçimde alev almış duygular gözlerimden taşarken bakışlarımı etrafta gezdirip bu ana ait olamayacak bir şeyler aradım, bulmayı diledim. Sonbaharın etkisiyle yaprakları sararmış ağaçların çerçevelediği ahşap ev; dışarıdan bakıldığında küçük bir ailenin samimiyetini yaşayacağı, sıcaklığının paylaşılacağı bir tabloya yakışan ama içinde bir canavarın yaşadığı bir yığın... Evin iki tarafında iki cılız sokak lambası. Gözlerim biraz uzaklara takıldığında bahçedeki ağaçları çevreleyen çitlere takıldı bakışlarım. Boyasının kavlandığı, aşındığı yerler bile aynıydı. Lanet olsun ki bu geceye dair her şet aynıydı!
Ruhum bir rüyada takılı kaldığını fark etti ve gerçekliğin kapısını yumruklamaya başladı. Ellerinin eklemleri, parmakları kırılana, kanayana kadar yumrukladı ama bir cevap alamadı. Öyle ki gerçekliğin kapısından anahtar deliğinden bile çıkış yoktu. Sırtını gerçekliğin kapısına umutsuzca yaslayıp yere kaydı.Bu kabustan uyanmanın tek yolu acıyı tazelemekti ve acı her bir zerreye sızıp geceyi kuşatacaktı. Belki de bu sefer gerçeğe dönüş yoktu.
Sokak lambalarının ışıkları iki katlı evin gölgesini ağaçlar ve evin arasındaki boşluğa düşürürken gölgenin içinde, önünde yanan ateşi izleyen, kalbinin bir tarafı bahar kadar taze ve canlı bir tarafı kış kadar soğuk ve çetin olan altıncı yaşıma ilerledim. Onu tanıyordum. Nasıl tanımazdım? Onu yakından bilen benliğim bir kez daha fısıldadı: '' O benim!''
Şizofren bir annenin, canavar bir babanın maami ile huzur bulan küçük kızları.
''Tanem,'' diye fısıldadım altıncı yaşıma. O, gözlerini ateşten ayırmazken yavru bir kurt gibi kulaklarını dikip zihnine ulaşan uğultuların sesini kesti ve sadece çatırdayan ateşe odaklandı. Tanem'in biraz olsun huzura ihtiyacı vardı ve bulmuştu. Ama çok sürmeyecekti. Tam karşısına geçip onun gibi oturdum. Bir ateşin etrafında iki aynı kişiydik. Gözlerimi kapattım, hafifçe esen rüzgar benim saçlarımın bir telini bile yerinden oynatmazken içimden geçip yanan ateşten bir parça yüzüne üfledi. Tanem'in içi, yüzünde dalgalanan ateşle bir anlığına anne sıcaklığı ile dolarken anne şefkatinin eksikliği boğazına düğümlendi. Bizim bir annemiz yok, diye fısıldadı onu yakından bilen benliğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAAMİ'
Short StoryGün içerisinde en şiddetli rüzgarlar sabahın alaca karanlığında eser ve yine günün en dipsiz karanlığı aynı alaca karanlıktadır. Kanlı ve acı dolu bir savaştan uyanır gibi uyandığım bu kâbustan, kanlanmış ve yaşlanmış gözlerimi güçlükle araladım. Be...