Gün içerisinde en şiddetli rüzgarlar sabahın alaca karanlığında eser ve yine günün en dipsiz karanlığı aynı alaca karanlıktadır. Kanlı ve acı dolu bir savaştan uyanır gibi uyandığım bu kâbustan, kanlanmış ve yaşlanmış gözlerimi güçlükle araladım. Beni bu alaca karanlık karşıladı.Örselenmemiş bir yeri kalmayan ruhum, kâbusumda yanan evin gerçekliğin kapısına devrilmesiyle uyanmıştı. Aldığım nefesler kâbusun etkisiyle yorgun düşmüş bedenime yetmeyince sıçrayarak uyandığım yatakta başımı geriye atarak dudaklarımı araladım ve ciğerlerimin nefes ihtiyacını karşıladım. Dudaklarım ve ağzımın içi kuruyana kadar başım geride, avuçlarım yatağa bastırılmış şekilde kendime biraz süre tanıdım. Soluklarım normale dönünce ağrıyan boynumu düzeltip, gerçekten bir yangının ortasında kalmışım gibi terleyen alnımı kuruladım.
Dışarıdan gelen ıslık gibi hafif seslerle hala ağrıyan başımı cama çevirdim. Cama düşen ve yer yer birbirine karışan yer yer birbirinden ayrılan yağmur damlaları bir ağacın kökleri gibiydi. Ve gece içimi kanatarak kopup geldiğim kâbusun bir benzeriydi. Soğuk, karanlık, kimsesiz...
Pencereme vuran yağmuru ve içeriye giren sesini bastıran bir ses duyduğumda panik içimde baş gösterdi ve kafamı penceremden çekip yatağıma indirdim. Gözlerimin odayı taraması ve sesin kaynağına inmesi için kendimde bir parça cesaret aradım. Çünkü bu sesi tanıyordum, öyle ki ruhum çatırdıyordu. Bu ses maamiydi. Ama ninni miydi, çığlık mıydı bilmiyordum.
Bakışlarım önce dışarıdaki yağmurların üzerime yağması gibi terden sırılsıklam olmuş bedenimde ardından içerisinde bulunduğum tek kişilik odada gezindi. Odanın açık kapısının karşı duvarına sırtını yaslamış, önünde yanan ateşi izleyen küçüklüğümü görünce dudaklarımda patlayan çığlık duvarlarda yankılandı. O ise sadece kafasını kaldırıp gözlerini gözlerimle buluşturdu. Hareketlenen bedenim ona doğru ilerledi ve birkaç adım ötesinde durdu.
Buradaydı. Benimleydi ve bu bir rüya değildi.
''Bu daha kötü,'' diye fısıldadım. Önünde usul usul yanan, küçük çaplı ateşin sıcaklığı çıplak bacaklarıma çarptı. Bacaklarımdaki ter sıcaklığın etkisiyle buhar olup uçmuştu sanki. Bedenim elektrik çarpmış gibi titriyordu. Gözyaşlarım penceremi döven yağmurdan farksızdı.
Kuruyan boğazımı yutkunarak ıslatıp, kaybettiğimi sandığım ses tellerimi titreterek ''Sen...'' dedim gerçekliğini sorgulayarak.
Gözlerimden ayrılmayan gözleri o kadar derin bakıyordu ki aynadaki yansımasına bakıp bir söz verir gibiydi.
Annem henüz ölmeden önce, her şey bittiğinde, gözlerindeki dehşet sona erdiğinde, şömine ateşi sönüp beni almaya geldiğinde ona böyle bakardım. Babam onun hasta olduğunu ve bu yüzden öyle davrandığını söylerdi.
Hala gözlerimin en derinine bakıp, orada bir şeyleri kıvrandıran küçük kız bana annesine onu iyileştireceğine dair söz veren küçük kızı anımsattı.
Canavarların kurbanı olan kadını belki şimdi iyileştirebilirdim şayet yaşasaydı. Zamanla olgunluğa erişen zihnim, geçmişin gölgesinde büyümüştü ve verdiğim sözü tutamayacağımı bildiğim halde psikolog olmuştum.
Şizofreni, duyguların zihin ile birleşerek yine zihne oynadığı mükemmel bir oyundu. Gerçeklik zihni zorlardı. Zihinde yaratılanla yine zihin savaşırdı.
Yarattığı canavarların kurbanı olan kadının ruhundan bir parça taşıyordum. Ve onunla olan tek farkım kendime oynadığım oyunun farkında olmamdı. Kendi yarattığım küçük bir kıza yenilmeyecektim.
![](https://img.wattpad.com/cover/139993511-288-k944709.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAAMİ'
Short StoryGün içerisinde en şiddetli rüzgarlar sabahın alaca karanlığında eser ve yine günün en dipsiz karanlığı aynı alaca karanlıktadır. Kanlı ve acı dolu bir savaştan uyanır gibi uyandığım bu kâbustan, kanlanmış ve yaşlanmış gözlerimi güçlükle araladım. Be...