Kılık değiştirip gelen kader boğazına yapışacak. Canavarlar iblis olup geceni kuşatacak ve sen kendi savaşında yenileceksin, küçük kızım!
01:23
Zamanın bir yerinde geriye doğru akıp gidiyordum. Yere düşüp toprağa karışmış bir yağmur damlası sızdığı topraktan toparlanıp göğe karıştı, kum saatindeki tanecikler yükselerek anı arkasına aldı, bir deniz kenarında dalgalar kıyıya bir vurup bir çekilirken soyutlandığım gerçekliğe tekrar döndüm. İşte şimdi başlıyordu. Bu gerçek ve gerçek dışının savaşıydı. Yenilen taraf da kazanan taraf da ben olacaktım.
Bana teninin sıcaklığını bahşeden yabancının şefkatine tutunmak ve sonsuza dek hissetmek istiyordum. Ama bana hissettirdiği gerçek olamayacak kadar güvensizdi. Ona güvenmiyordum. Bana beni iyileştirmeyi vaad ederek beni var eden acıya sırtımı dönmemi istiyordu.
Yabancının peşinden ormana girdikten sonra ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum. Yorgunluktan titreyen dizlerimle yürüyemeyeceğimi biliyor yürürken bana destek olmasına izin veriyordum.
Geçmişimin sahnelendiği, kendime bir canavar yarattığım bu eve o geceden sonra ilk defa ayak basıyordum. Beni salonun ortasındaki kanepelerden birine yerleştirdi ve ellerini ellerimden çekmeden önümde diz çöktü. Kafamı kaldırmak ve içerisinde bulunduğum salona bir göz atmak istiyordum ama göz bebeklerim şiddetle reddederek önüne bakıyordu. Eskiye dair bir şeyler görürsem eğer kendimi kâbusun içinde bulmam an meselesiydi. Göz kapaklarımı birbirine bastırarak bunun önüne geçebilmeyi umut ediyordum.
Dizlerinin üzerine çökmüş adam tedirginliğimi anlamış olacak ki ellerimin üstünü parmaklarıyla okşayarak ''Şşş...'' diye fısıldadı.
''Benim küçük kızım, çok korkmuş olmalısın.'' Sesi bir meltem kadar okşayıcıydı. Kendimi ne zamandan beri kastığımı bilmeden gevşediğimi fark ettim.
''Gözlerini aç. Baban seni iyileştirmek için burada.'' Tenime değen teni yumuşaktı.
Dudaklarım yıllar öncesinden gelen bir canavara ev sahipliği yapan kelimeyle aralandı. ''Baba.''Küf kokulu kelime dilimden dökülürken yedi yabancıydı. Düşüncelerim sarsılırken duygularımın önü kesildi.
''Evet, seni iyileştirmek için burada.'' Onun konuşan dudakları titriyordu benim can çekişen kalbim.
''Sen öldün,'' diye konuştum. Hemen sonrasında ''Sen yandın,'' diye düzelttim. Yanmak ölmek miydi? Ateşin bir ruh olduğuna inanırdım. Yanınca ruhlar birbirine karışırdı ve bu bir ölüm olmazdı.
''Ateşten bir ruhum var. Her gece alevlerin içinde çığlık atıyorum, dinliyor musun?'' Sesine karışmış acıya yabancı değildim. O acı beni var edendi. Kalkmak, buradan uzaklaşmak istiyordum ama bana hissettirdiği şefkate sırt çeviremiyordum. ''Lütfen, seni iyileştirmeme izin ver.''
Korku, rüzgarın sallandırdığı ağaç dallarının arasına karışıp kulağıma ulaştı. Bana zarar verecek, hep verdi. Dizlerim bu sefer korkudan titrerken babamdan gözlerimi kaçırıyordum. Kanepeye oturarak başımı dizlerine yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. ''Sadece seni iyileştireceğim,'' diye kulağıma eğilerek konuştu.
''Acımı dindireceksin.'' Bu düşünce o kadar cazip gelmişti ki göğüs kafesimdeki binlerce ölü ruhun hafifleyip göğe yükseldiğini hissettim. Ama o acı bendim. Acının yokluğu benim yokluğum demekti. ''Nasıl?'' diye sordum. ''Nasıl iyileşeceğim?'' Geceyi ve gündüzü aynı anda istiyordum. Gün ışığı karanlık olabilir miydi?
Babam bir süre saçlarımı okşadı, şefkatini akıttı. Pençe attığı avını öldürmeden önce uyuşturur gibiydi. Saçlarımın arasındaki eli kaydı ve salonun kapısının önünde bizi izleyen altı yaşındaki küçük kız çocuğunu göstererek ''Onu öldür!'' diye kinle konuştu. Altıncı yaşım hayatı boyunca ilk kez tepki vererek başını iki yana sallayarak hıçkırarak ağlamaya başladı. O sadece kabuslarımda tepki verirdi. Ölmek istemiyordu. Benim iyileşmem demek onun ölmesi demekti. Beni var eden acı onun ta kendisiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAAMİ'
Short StoryGün içerisinde en şiddetli rüzgarlar sabahın alaca karanlığında eser ve yine günün en dipsiz karanlığı aynı alaca karanlıktadır. Kanlı ve acı dolu bir savaştan uyanır gibi uyandığım bu kâbustan, kanlanmış ve yaşlanmış gözlerimi güçlükle araladım. Be...