11.Bölüm

316 6 0
                                    


Lise yıllarımdan beri, yani yirmi yıldan fazla bir zamandan beri tek bir satranç taşına dokunmadığımı söylediğimde, yapmacık bir alçakgönüllülük değildi bu, lütfen inanın bana. O zaman bile satranç oyuncusu olarak çok özel bir yeteneğim olduğu söylenemezdi."

Bunu öyle doğal bir biçimde söyledi ki, dürüstlüğünden en ufak bir kuşku duymadım. Bununla birlikte, birbirinden çok farklı ustaların her hamlesini böyle kesin anımsayabilmesine şaşırdığımı dile getirmekten kendimi alamadım; en azından kuramsal olarak satrançla çok uğraşmış olmalıydı. Dr. B. düş görür gibi, tuhaf tuhaf gülümsedi yine.

"Çok uğraşmıştım! Tanrı biliyor ya, satrançla çok uğraştığım söylenebilir. Ama çok özel, eşi benzeri olmayan koşullar altında oldu bu. Oldukça karmaşık bir hikâye, içinde yaşadığımız bu büyük zamanda pek sözünü etmeye değmez belki.

Yarım saat sabrederseniz..."

Yanındaki şezlongu gösterdi. Davetini seve seve kabul ettim. Çevremizde kimsecikler yoktu. Dr. B. okuma gözlüğünü çıkardı, kenara koydu ve anlatmaya başladı:

"Bir Viyanalı olarak ailemin adını anımsadığınızı söylemeniz çok hoştu. Ama önceleri babamla birlikte, sonra da tek başıma çalıştırdığım avukatlık bürosunu duymamışsınızdır sanırım,

çünkü gazetelerde boy boy yayınlanan davalarımız yoktu ve ilke olarak yeni müvekkiller almıyorduk. Gerçeği söylemek gerekirse, doğru düzgün bir avukatlık işi yapmaz olmuştuk, aşırı sağ partinin eski bir üyesi olan babamın ilişkisi olduğu büyük manastırların hukuk danışmanlığını ve öncelikle mali yönetimini yürütüyorduk yalnızca. Ayrıca bugün monarşi artık tarihe karıştığı için bu konuda konuşabilirim imparatorluk ailesinin bazı üyelerinin anamallarının yönetimi de bize verilmişti. Saray ve kiliseyle olan bu bağlantı amcam imparatorun özel doktoruydu, başka bir amcam Seitenstetten Manastırının başrahibiydi iki kuşak öncesine uzanıyordu; bizim yalnızca onu korumamız gerekiyordu, bu babadan kalma görevi yürütmenin durgun, kendi halinde bir iş olduğunu söylemek isterim, ağzı sıkı ve güvenilir olmaktan başka pek bir şey gerektirmiyordu aslında, rahmetli babamda fazlasıyla bulunurdu bu iki nitelik; hem devrim döneminde hem de enflasyon yıllarında, işine gösterdiği özen sayesinde müvekkillerinin hatırı sayılır servetlerini korumayı başardı.

Ardından Hitler Almanya'da yönetimi ele geçirince ve kilise ile manastırların mülklerine el koymaya başlayınca, en azından taşınabilir mülkleri yağmadan kurtarmak için sınırın öte yanında yapılan çeşitli görüşme ve işlemlerin tutanakları elimizden geçti ve kilise ile sarayın bazı gizli politik görüşmeleri hakkında kamuoyunun hiçbir zaman duyamayacağı kadar çok şey öğrendik ikimiz. Ama büromuzun dikkat çekmemesi kapıya bir tabela bile asmamıştık ve ikimizin de bütün monarşik çevrelere girmekten belirgin bir biçimde kaçınmamız, istenmedik baskınlara ir karşı en güvenli korumayı sağlıyordu.

Gerçekten de bütün bu yıllar boyunca, sarayın gizli habercilerinin en önemli mektupları her zaman dördüncü kattaki, göze çarpmayan büromuzdan aldıklarını ya da oraya verdiklerini, Avusturya'daki hiçbir resmi makamın ruhu bile duymadı.

Bir süre sonra Nasyonel Sosyalistler, dünyaya karşı ordularını güçlendirmeden çok önce, bütün komşu ülkelerde aynı derecede tehlikeli ve eğitimli başka bir ordu kurmaya başladı; hakları çiğnenmiş, ihmal edilmiş, gücendirilmiş insanlar ordusu. Her resmi dairede, her işletmede 'adamları' yuvalanmıştı, tepedeki Dollfuss ve Schuschnigg'in özel odalarına kadar her yerde casusları bulunuyordu. Göze çarpmayan büromuzda bile, ne yazık ki çok geç öğrendiğime göre, adamları vardı. Acınacak durumda ve yeteneksiz bir büro görevlisinden başka bir şey değildi elbette, dışarıdan bakıldığında büroya düzenli bir işletme görüntüsü vermek için, bir papazın önerisi üzerine işe almıştım onu; gerçekte onu zararsız habercilik işlerinden başka bir şeyde kullanmıyorduk, telefonları yanıtlıyor ve dosyaları düzenliyordu, yani tümüyle önemsiz ve tehlikesiz olan dosyaları. Postayı açması kesinlikle yasaktı, bütün önemli mektupları, kopyalarını çıkarmadan daktiloda kendi ellerimle yazıyordum, her önemli belgeyi kendim eve götürüyor ve gizli görüşmeleri yalnızca manastırın başrahibinin odasında ya da amcamın kabul odasında yaptırıyordum. Bu önlemler sayesinde bu casusun önemli olaylardan haberi olmadı; ama şanssız bir rastlantıyla bu hırslı ve boş kafalı delikanlı, ona güvenilmediğini ve arkasından bir sürü dolap çevrildiğini anladı galiba. Belki de benim yokluğum sırasında habercilerden biri, kararlaştırıldığı gibi 'Baron Bern' diyeceği yerde, dikkatsizlikle 'Majesteleri' dedi ya da pis herif açması yasak olan mektupları açtı; öyle ya da böyle, ben kuşkulanmayı aklıma bile getiremeden, bizi gözetlemek için Münih'ten ya da Berlin'den emir aldı. İlk başlardaki kayıtsızlığının son aylarda ani bir gayrete dönüştüğünü ve mektuplarımı postalamak için birçok kez ısrar ettiğini, tutuklandıktan çok sonra anımsadım.

 

SATRANÇ - Stefan ZweigHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin