Bu korkunç, anlatılmaz durumun nasıl patlak verdiğini ben bile bilmiyorum. Tek bildiğim, bir sabah uyandım ve bu, öncekilerden farklı bir uyanmaydı. Bedenim sanki benden ayrılmıştı, gevşek ve rahat yatıyordum. Aylardır tatmadığım yoğun, tatlı bir yorgunluk çökmüştü göz kapaklanma; öyle sıcak ve hoş bir duyguydu ki bu, gözlerimi açıp açmamaya ilk başta karar veremedim.
Dakikalarca uyanık yattım ve üzerimdeki bu ağırlığın, zevkten uyuşmuş duyularla tembel tembel yatmanın tadını çıkardım. Bir an arkamda sesler duydum sandım, birşeyler söyleyen insan sesleri, ne kadar sevindiğimi bilemezsiniz, çünkü aylardır, yaklaşık bir yıldır sorgu hâkimlerinin sert, keskin ve kötü sözlerinden başka bir şey duymamıştım. 'Düş görüyorsun,' dedim kendi kendime. 'Düş görüyorsun! Sakın gözlerini açma! Bırak bu düş devam etsin, yoksa çevrende yine o lanet hücreyi, sandalyeyi, leğeni, masayı ve o hep aynı desenli duvar kâğıdını görürsün. Düş görüyorsun, görmeye devam et!'
Ama merak ağır bastı. Yavaşça ve dikkatle gözlerimi açtım. Ve mucize: Başka bir odadaydım, otel hücremden daha geniş, daha ferah bir odada. Parmaklığı olmayan bir pencereden içeriye özgürce ışık giriyordu ve donuk yüzlü yangın duvarımın yerine ağaçlar, rüzgârda salınan yeşil ağaçlar görünüyordu; beyaz ve pürüzsüz duvarlar parlıyordu, üstümde beyaz ve yüksek bir tavan vardı; gerçekti bunlar, yeni, yabancı bir yatakta
yatıyordum, düş değildi bu, arkamda insanlar alçak sesle fısıldıyordu. Şaşkınlıkla elimde olmadan ani bir devinim yapmış olmalıyım, çünkü arkamdan yaklaşan adım sesleri duydum. Bir kadın usulca yanıma sokuldu, başında beyaz başlık olan bir kadın, bir hemşire. Çok heyecanlandım: Bir yıldan beri kadın yüzü görmemiştim. Bu hoş görüntüye baktım; yabanıl, kendinden geçmiş bir bakış olsa gerekti bu, çünkü kadın 'Sakin olun! Sakın olun!' diye yatıştırmaya çalıştı beni. Ama ben yalnızca sesine kulak kabarttım; bu konuşan, bir insan değil miydi? Yeryüzünde beni sorgulamayan, bana işkence yapmayan bir insan var mıydı gerçekten? Üstelik akıl almaz bir mucize yumuşak, sıcak, neredeyse sevecen bir kadın sesi. Aç gözlerle ağzına bakıyordum, çünkü sanki cehennemde geçen bu bir yıl içinde, bir insanın başka biriyle iyilikle konuşabileceğine inanmaz olmuştum. Bana gülümsedi evet, gülümsedi, demek iyilikle gülümseyebilen insanlar vardı hâlâ, sonra uyarır gibi parmağını dudaklarına götürdü ve usulca uzaklaştı. Ama buyruğuna uymadım.
Bu mucizeye daha doymamıştım. Onun arkasından bakmak, iyilikçi olan bu mucizevi insanın arkasından bakmak için, yatakta zorla doğrulmaya çalıştım.
Ama yatağın kenarına dayanmayı başaramadım. Normalde sağ elimin, parmaklarımın ve bileğimin olduğu yerde yabancı bir şey hissettim, kalın, büyük, beyaz bir kabartı, belli ki geniş bir sargı. Elimdeki bu beyaz, kalın, yabancı şeyin ne olduğunu anlamayarak şaşırdım önce, sonra nerede olduğumu yavaş yavaş kavramaya ve başıma ne gelmiş olabileceğini düşünmeye başladım. Birisi beni yaralamış olmalıydı ya da kendi kendime elimi yaralamıştım. Bir hastanedeydim.
Öğlen doktor geldi, sevimli, yaşlıca bir beydi. Ailemin adını biliyordu ve imparatorun özel doktoru olan amcamı öyle saygıyla andı ki, hakkımda iyi şeyler düşündüğü duygusuna kapıldım
hemen. Arkasından bana akla gelebilecek her türlü soruyu sordu, özellikle bir tanesi beni çok şaşırttı: Matematikçi mi, yoksa kimyacı mıymışım. Her ikisi de olmadığımı söyledim.
![](https://img.wattpad.com/cover/140075891-288-k721153.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SATRANÇ - Stefan Zweig
AdventureSatranç - Stefan Zweig kitabının pdf idir. Buradan da okuyabilirsiniz ^^