"Ve son çok yakında, melekleri hayal etmek gibi."
Melekler insanlığın Tanrı'nın kitaplarından öğrendiği varlıklardan biriydi. Eski insanlar onlarla bizzat karşılaşsa da 21.yüzyılda onların varlığı sadece kitaplarda geçmekteydi. Peki ya şimdi gökten bir melek inseydi nasıl sorunlarla karşılaşabileceğimizi düşünebiliyor musunuz? Onu Tanrı ilan ederlerdi ya da Tanrı'nın gazabından kurtulmak için önünde diz çökerlerdi. Tabii bunların olabilmesi için kanatlı ve ihtişamlı bir varlık olarak inmesi gerekmekteydi. Yoksa insanlar onu akıl hastanesine kapatırlardı.
İşte o gün böyle bir gündü.
Bir melek bütün renkleri içinde hapsedecek kadar beyaz bir ışıkla yeryüzüne indiğinde insanlık her zamanki işleriyle meşguldü; para kazanmak uğruna birbirlerini fiziksel ve zihinsel olarak öldürüyorlardı. Melek insanlığa karşı önlemini almıştı, zamanı durdurdu cennetinden aşağı inerken. Öyle ihtişamlı görünüyordu ki kanatları açıkken tüyleri gökyüzünü kaplasın istiyordunuz. O varlığı huzur veren bir görüntüydü ve dünyaya indiğinde cehennemde kalan son umut ışığı gibiydi.
Kanatlarıyla dönerek bir kasırgayı oluşturdu etrafında ve o kasırga Poseidon'un krallığı akdenizin tuzlu sularına daldı. Güçlü kollarını genç kızın bedenine dolayıp onu karanlıktan çıkardı. Nazikçe falezin üzerine bıraktı. Kanatları sayesinde meleğin üzerinde tek bir su damlası dahi yoktu. Aslında melekler ruhani varlıklardı, bu dünyada bedensel olarak bulunmalarına pek izin verilmezdi ama Tanrı Abel'a bu izni vermişti. Onu sevdiği için değildi, ona cezasını göstermek içindi bu izin.
Abel kızın ölmek üzere olduğunu hissetti. Bir yanı kızı öldürmek istiyordu, bir yanıysa ona güzel bir hayat sunmak istiyordu ama buraya gönderilmesinin tek bir nedeni vardı: Kızı kurtar, yaşayan bir günahın varlığının sonsuz cezalandırılmasını herkes görsün, görsün ki bir daha yapamasınlar.
Kızın siyah saçlarının arasında ellerini gezdirdi ve annesine ne kadar benzediğini fark etti. Dudaklarını genç kızın alnına dokundurduğunda ruhunu aktararak onu iyileştirdi. Yasemin'in bedeni bir titremeyle kendine geldi ve koyu mavi gözleri sonuna kadar açıldı sanki meleğin görüntüsünün gözlerinde daha fazla yer almasını istiyormuş gibi. Abel o gözleri görünce ağlamak istedi. Bu onun gözleriydi, sevdiği kadın karşısında duruyordu. Hayır, diye düşündü. Tanrı onu cezalandırmak için kıza bu bedeni özellikle seçmişti. Şimdi ona neden izin verdiğini anlayabiliyordu. Keşke yaptığı hatayı düzeltebilmenin bir yolu olsaydı ama işte orada, tam karşısında günahları, sevdiği kadının gözleriyle ona bakıyordu.
Yasemin öldüğünü düşünüyordu. Nasıl olduysa cennete gelmiş, bir meleğin kollarındaydı. Sonunda, diye düşündü. Sonunda insanlıktan uzaktaydı. Melek ona kehribar gözlerinde biriken yaşların arasından gülümsüyordu. Yasemin kollarını meleğin boynuna sardı ve ona teşekkür etti. Aniden ayağa kalkıp "Nihayet! Dünya adı verilen cehennemden kurtulduğuma inanamıyorum," dedi. Gözyaşları aşağıya doğru akarken kendi etrafında dönmeye başladı. Sevinç faslını bitirince falezin üstünde durduğunu gördü. Bir anda beyni düşünmek istemediği şeylerle dolmamak için kendini kapattı. Yer çekiminin ağırlığı onun boşluğundan faydalanıp bedenini çimlerin üzerine çekti. Yere düştüğünde gözleri gökyüzü yerine meleğin pürüzsüz yüzüyle karşılaştı.
"İnsanlar cennette öldükleri yerde yaşıyorlar değil mi? Aşağıya atladığıma eminim. Lütfen bana aksini söyleme."
Abel derin bir iç çekti. Konuşmaya nasıl başlayacağını bilemiyordu ama anlatması gerekiyordu, zamanı çok az kalmıştı. Gözlerini sevgilisinin okyanusu andıran gözlerine dikerek "Evet, doğru. Aşağı atladın ve ben de seni kurtardım. Bu Tanrı'nın emriydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAMERA
FantasyOnun bir laneti vardı: Hiçbir şeyi hak etmeyen insanlığın isteklerini gerçekleştirmek zorundaydı. İhanet ve acı. Dostluk ve kahkaha. İnsanlar ve melekler. Melekler ve şeytanlar. Zıtlıkların savaşı başlıyor.